BUMERANG

Bumerang - Yazarkafe

5 Aralık 2013 Perşembe

Ah Viyana, gel bu yana:)


İnsanın içinde yeni yerler görme arzusu oldukça, daima fırsatlar yaratır; insanoğlu kuş misali dedirtir ardından. Sırça köşkünden çıkmayanlara selam olsun! Ninü her daim gezmelerde:)



Buralar bana dar geldi, yurtdışına mı açılsam acaba dediğim bir anda, lakırdıma isteyerek kulak misafiri olan arkadaşım: "Süpeerr, nereye gidiyoruz bakalım." dedi:) Belki Amsterdam, veyahut Prag derken derken.. İyisi mi Viyana'ya gidelim; hem sanat, hem tarih, hem mimari, hem de bol bol müzeler ayrıca gelsin schinitzeller gitsin turtalar!



Hoop booking.com dan otelimizi ayarladık tam bizim Nişantaşı kıvamında Mariahilfer mevkiinde Hotel Kummer.

 
Bi hoop da uçak biletlerine gelsin! Pegasusta gidiş-dönüş 550 TL'ye bilet vardı ama THY'nin yemeklerini yemeden yurtdışı seyehati mi olurmuş diyen sosyetik arkadaşım kanıma girdi; 700 TL'ye aldık uçak biletlerini.
Zerre tura ihtiyaç duymadık. İnternet ve gezi blogları sağolsun, sanki tez için literatür tararmışçasına bir güzel hazırlandık Viyana için.
Herkesin ortak olarak bahsettiği, övdüğü mekanlar, saraylar ve müzeler üzerinden gittik, pişman olmadık.
Eylül ayının sonunda gittiğimiz için, yağmurlu günlerle karşılaşmamız kaçınılmazdı -ki öyle de oldu-. O yüzden eğer temmuz ağustos dışında Viyana'yı ziyaret edeceksiniz size muhakkak yanınızda şemsiye bulundurmanızı ve yağmurluk giymenizi öneriyorum.

Yaklaşık 2 buçuk saatlik bir uçak yolculuğuyla Viyana'ya vardık. Gitmeden evvel havaalanı-şehir merkezi ulaşımı için kafamızda alternatifler oluşturmuştuk. Taksi ortalama 40 £ civarı, CAT(Hızlı tren-City Airport Train) gidiş-dönüş bileti 19 £ civarı, bir de S-Bahn adında trenleri var ki oldukça ekonomik. Biz 15 dk'da şehir merkezine varma arzusunda olduğumuz için CAT'i tercih ettik. Landstrasse( Wien Mitte) durağında indik, hemencik 72 saatlik ulaşım biletlerinden aldık. Bol bol metro kullanacağımız belliydi. 15.40 £ fiyatı..Gelgelelim metrolarda turnike bile yok, dahası kontrol de yok. Biz yine de biletimizi okuttuk, gurbet ellerde sahtekarlık peşinde koşacak değiliz hoş:) Takdir size kalmış, biletsiz de kullanabilirsiniz metroyu, binde bir kontrol olur da yakalanırsanız.. Yakalanmayasıcalar sizii:))


Bir şehri gezdim diyebilmek için, sembol binalarını, tarihi eserlerini, müzelerini görmek, yöresel lezzetlerini tatmak, sokaklarını merakla arşınlamak -hatta sokaklarında kaybolmak- , kültüründen kültürüne belki bir öz akıtmak gerekir diye düşünüyorum.

Viyana bir sanat şehri, tarihe ve kültürlerine çok önem veriyorlar. Dolayısıyla da her çeşit müze var: sanat, tarih, grafik, doğa tarihi hatta tabut müzesi.. Müzesever birisi olarak üzülerek müzelere fazla vakit ayıramadığımı belirtmek isterim. Çünkü kısıtlı vakit söz konusu ve müzelerde gezerken, sokağın ruhuna varmak, kafelerin tadını çıkarmak pek mümkün olmuyor. Pek çok müze arasından ilgi alanınıza göre eleyip, tercih yapabilirsiniz.

Hani derler ya "Görmeden dönmeyin!" diye, size o kıvamda önerilerde bulunasım var: İlk olarak Stephansdom (Aziz Stephan Katedrali) ile başlayalım.


1147 yılında inşaasına başlanmış 1160 yılında tamamlanmış, ne emek! Ancak 1365 yılında şimdiki halini almış. Nasıl desem, bizde Sultanahmet ne ise Viyana'da Stephansdom o; bizde Sultanahmet Meydanı ne ise bu katedralin bulunduğu meydan da öyle. Nasıl ki bizim tur acentalarının elemanları "bosforos tur, bosforos tur, 10 törkiş liras" diyorsa, bu meydanda eski Avusturya konseptli kıyafetleriyle arkadaşlar bilimum klasik müzik konseri ve opera bileti satmaya çalışıyorlar. Gezi evvelinde internetten opera bileti almamamız en büyük pişmanlığımız oldu. Asıl opera binasında gerçekleşecek nefis gösterilerin biletleri bitmişti, daha doğrusu sadece VİP biletleri kalmıştı. Biz de opera için uçak bileti+konaklama ücreti kadar meblağ ödemek istemedik haliyle:) Arkadaşların bizi kandırmasına izin verdik ve tümüyle turistler için düzenlenmiş, "opera, bale ve klasik müzik" karışımını afiyetle seyrettik, sen misin meydanda turist turist salınan;) Katedralin benim gözümde en önemli özelliği, zamanında Türkler gelirse aman tetikte olalım, bizi kırıp geçirmesinler korkusuyla çalınan çandan sorumlu arkadaşın memur maaşından ziyade, kadraja bir türlü sığdıramayışımdır. Evirdim çevirdim telefonu, yan yattım çamura battım olmadı.



O minaremsi kulesini çekerken alt taraf çıkmıyor, alt tarafı çekerken kuleyi budamak zorunda kalıyorsun. Olmadı uzaklaşıyorsun, bu sefer de binanın gövdesi başka binaların arkasında kalıyor, yine kuleyle yetiniyorsun!

 

Restorasyon çalışmaları da sağolsun, bez pankartın üzerindeki görüntü ile yetinmemizi önerircesine...Neyse.. Bütün yollar Stephansdom'a çıkar, asla kaybolmaktan korkmayın, kule her yerden size göz kırpar. Yalnız benim gibi kaybolmayı seviyorsanız, Viyana buna uygun değil, her yer düzenli, çok tanıdık, sanki bizden gibi, bizim gibi;) Tam bu esnada utana sıkıla Viyana kapılarında dayanma mevzuunu açıyor ve açtığım gibi kapıyorum:)
Ne diyorduk.. Gotik mimarinin hoş bir örneği katedral.. Sağ tarafından "Fiaker" dedikleri faytonlar kalkıyor.
 

Faytonların hemen yanındaki "Manner" markette ise çok leziz çikolatalar var. Yeri gelmişken Mozart Çikolatalarına da değinmek isterim. Yer gök Mozart Çikolatası! Amma ve lakin leziz mi diye sorarsanız, hayır efendim, değil! Ki Ninü de bir çikolataya öyle kolay kolay bu güzel değil demez. Kendimizce akıllılık edip, önden bi tane yedik nasılmış tadı diye, beğenmedik! Sonra müşteri sirkülasyonunun çok olduğu, ürünün elde kalıp bayatlamayacağı bilindik yerlerden mi almadık, saray giftshop larından mı almadık, değişik yerlerden mi toparlamadık, yaptık efenim hepsini yaptık ama muvaffak olamadık. Görünüm hoş, kutular kalplidir, keman şekillidir, kese gibidir, şirindir ama lezzet her daim fiyaskodur:)

 

Hadi çok da abartmayayım, asıl beğendiğim çikolata şu top gibi olanları değil de tekli büyük 5 litrelik su kapağı genişliğinde olanlardı. Hediyelik konusuna daldık bir kere devam edelim. Efenim hediyelik açısından sıkıntı çekmezsiniz. Ancak bütün gezginlerin gönlünde taht kuran magnetler her ne hikmetse çok pahalı, adam gibi olanları 5 £, zorlasan 4 £'ya da var tabii. Magnete 5 £ verene kadar Gustav Klimt'in popüler resmi olan 'Öpüş' baskılı bilimum hediyelikleri tercih edebilirsiniz.
 

Yahut pek kıymetli, müzik dünyasının mihenk taşlarından biri olan Mozart figürlü hediyelikler de olabilir. Biz ilk gün bir fiyat yoklaması yapıp, ikinci gün başladık hediyelik almaya, çünkü her mekanda aynı ürünün fiyatı farklı olabiliyor. Çeşit çeşit likörleri keman şeklindeki ilginç şişelerde satıyorlar. Benim Viyana hasılatım bunlar ve harika yaşanmışlıklar. Darısı sizin başınıza:)



Stephansdom dedim, nerelere geldim. Gelirim! Geleyim yahu, teknoloji ilerledi, bilgi tozlu raflardan çıkıp, arasına simit susamı kaçmış klavye kadar, dokunmatik telefonumuzu şenlendirdiğimiz parmak uçlarımız kadar yaklaştı bize. Sen sor Google söylesin, o sorsun Wikipedia cevap versin! O yüzden ansiklopedik değil de yaşayıp da görmüş tecrübe edinmişlik ile devam ediyorum:)
Kokusu dışarıya taşan çikolata dükkanları da bir fenomen Viyana'da. Çikolatadan yapılmış bu kitabı yiyesim geldi doğrusu; Hansel ile Grater'e selam olsun:))


Katedralin etrafında gezinirken Graben'e vardık. Graben'in sembolü Veba Anıtı. Konu veba olduğu için üzgün pozlar verdim, güzel çıkmayınca gülücüğümü salıverdim gitti:) Ortaçağın karanlık yüzü heryerde gelip buluyor insanı azizim!


Sonra bir de baktık yeşil kubbeli Peterskirche (Aziz Peter Kilisesi) deyiz. Zaten buralarda kirche (kirşe) aşağı kirche yukarı.

 

Sözlükten baktığım tek kelime olup, kiraz manasına geldiğini öğrendiğimde yaşadığım hayalkırıklığını varın siz düşünün! Neyse yanıltmayayım sizi kirsche kiraz ve hatta vişne demek, kirche de kilise haliyle:)


Sokaklarda salınırken mağazaların vitrinlerine de bir göz attım; yaratıcı, çok keyifli tasarımlar var. Sunuma önem veriyorlar.


Hoşumuza en çok giden bu ezilmiş şişeler oldu. Sanatla üretimi birleştirmek böyle birşey olsa gerek! "Sanat toplum içindir." cilerin hoşuna gidecek bu dediğim;) Tasarımda yaratıcılık öğesine bir kez daha şapka çıkarttık.


Katedralin civarında turlamaya devam ediyoruz. Yavaştan var bir "acıkımsı" lık. Akşam yemeği için Meşhur Figlmüller'e gitmeyi planlamışız, daha onu bulacağız:) Neyse avare avare salınırken bir de ne görelim: Bildiğin kuzine bu! Hani enfes patatesler közlediğimiz, kumpir daha meşhur değilken, patatesi kesip tereyağ sürüp, o tereyağın sıcaklıkla eridiğini gözlemler gözlemlemez hüplettiğiniz patatesleri hatırlayın.


"Erdapfel" isimli bu halka halka doğranıp közlenmiş kabuklu patatese bayıldık. Fiyatı da çok uygun üstelik: 1.90 £. Elimizde patateslerimizle gezinmeye devam ediyoruz. Bir taraftan da schinitzele yer kalmayacak diye korkuyoruz. Yersiz bir korku bizimkisi.. Ne yemekler yedik bu vakte kadar, "Aaaa çok tokum vallahi" lerin peşine, "Bayaadır da yememiştim içli köfte, iyi geldi, ellerine sağlık." dedik. Arkamızdan "Tokum diyenden kork." dedirttik:))

Viyana'da ne yenir?
Tabii ki schnitzel!
Nerede yenir?
Tabii ki Figlmüller'de!

Katedrale sırtınızı verince sağ tarafınızda kalan yoldan devam edin, ikinci sağdan sapınca pasajı göreceksiniz. Şimdi o pasajı unutun (Çünkü pasajın içindeki şubede rezervasyonsuz yemek yiyemiyorsunuz, ayrıca daha snob davranıyor çalışanları). Pasajın içinden geçince sağda 30 m ileride ikinci şubeyi göreceksiniz. Burada da her daim sıra oluyor. Üşenmeyiniz, bekleyiniz. Emin olun bu lezzete değiyor. Nereden mi biliyorum? İkinci akşam da dayanamayıp aynı yerde yemek yememden dolayı biliyorum, schnitzel beni çağırıyor:)


Sıramızı heyecanla bekliyor, iki kişi olmanın avantajını kullanarak bir an evvel yerimize yerleşiyoruz. Dersimize iyi çalıştık. Bir tane schnitzelin boyutu tabağın çapından büyük olduğu için bize bir "Wiener Schnitzel" iki tane de "Potato-field salad with Styrian pumpkin seed oil" dedik. Diyemedik tabii:) "Two potatoes salads" demek neyimize yetmiyor! Elemanlar alışmış zaten, "ş" diyene şinitzel (dayanamayıp okunuşunu yazdım artık), "p" diyene patates salatası getiriyorlar.


Gerçek şinitzel dana etinden yapılıyormuş ama son zamanlarda yerini genellikle domuz eti aldığı için hiç riske atmayalım dedik, tavuk şinitzeli tercih ettik. İncecik, yaprak gibi, panesi ile tavuk eti aynı kalınlıkta, leziz mi leziz şinitzele eşlik eden patates salatası da şairane..
 

Türk olduğumuzu hissettirircesine ekmek isteyip, salatanın yağına, suyuna bandık; of ki ne off! Yanında da semizotuna benzer bir yeşillik ve üzerinde nar ekşimsi bir sos. Keşfin her türlüsü var bizde!

Figlmüller'den çıkıp ünlü Kaertner Caddesinde turluyoruz. Hatun kısmısının ilgisini en çok çeken mağazalardan birisi Swarovski kuşkusuz. Göz ucuyla, hafif de bir kıskançlıkla bakıyoruz bu melek misali mankene, "Neyse, buraya kadar gelmişiz bi fotoğrafını çekelim bari." nidalarıyla... Zira çektik de, buyrunuz..



İlk gün için yine güzel performans göstererek, yer yön kavramını oturttuk. En önemlisi oteliniz ile gideceğiniz yerler arasındaki metro durakları ve yönlerini belirleyebilmek. Viyana'da U1, U2, U3, U4,U6 olmak üzere 5 adet metro hattı var ve her birinin ayrı bir rengi var.


En önemli durak Stephansplatz. Ştefın candır! Sizi doğruca Katedralin bulunduğu meydana çıkarır.


İlk günümüzü Stephansplatza el sallayarak noktalıyoruz. Sarayları keşfedelim yavaştan değil mi?

Viyana'nın en önemli üç sarayı:
  •       Hofburg İmparatorluk Sarayı
  •       Belvedere Sarayı
  •       Schönbrunn Sarayı 
  1. Hofburg İmparatorluk Sarayı 
1654 yılında yapılan saray özellikle Habsburg Hanedanlığı tarafından kışlık saray olarak kullanılmıştır. Meşhur Fransız Kraliçesi Marie Antoinette bu sarayda dünyaya gelmiş ise de saraya damgasını vuran Kraliçe Sisi olmuştur.

 

Asıl adı Elisabeth olan Kraliçe Sisi 15 yaşında iken 23 yaşındaki kuzeni Franz Joseph ile evlendiriliyor. Joseph, Sisi'ye kul köle oluyor ancak hatun sarayın katı kurallarına bir türlü adapte olamıyor. DNA'sında aileden yadigar sinir hastalığı da var üstelik. Melankoli melankoli üstüne!
Güzelliği ise dillere destan. Saçlar neredeyse ayaklarına kadar uzanıyor... Zaten sabah saç bakımı en az 3 saat sürüyormuş. Bir rivayete göre de zayıf kalayım diye günde sadece bir portakal yiyormuş. Büyüleyici dış güzelliğine karşın, nevrotik, melankolik, sisli puslu, gamlı baykuşlu iç dünyası varmış. Ne büyük bir tezatlık! Asi duruşu, özgürlüklere olan inancı ve rahatlığı o devirlerde çok eleştiri almış. Kimbilir belki de çekemediler bu taş bebek gibi güzel kadını.
Sisi, oğlu intihar ettikten sonra daha da büyük bir bunalıma giriyor ve siyahlara bürünüyor. Gelgelelim siyah matem kıyafetleri dahi ona çok yakışıyor, acının insanı güzelleştirdiği savını desteklercesine..


Avusturya'da Sisi bir fenomen. Hofburg Sarayı'ndaki Sisi Müzesini geziyoruz. Kıyafetleri, takıları, resimleri büyüleyici. Müzenin girişindeki resimlerle desteklenmiş kronoloji iyi düşünülmüş. Yaşı ilerlese de 'yaşlanmayan' bu kraliçe fenomen olmasını belkide buna borçlu. Sisi'nin ölümü de oldukça dramatik.1898 yılında İsviçre ziyareti esnasında Luigi Luchena adlı bir anarşist tarafından bıçaklanarak öldürülüyor. Avusturya'da yer gök Sisi! Zaten hediyelik eşyacıların da Mozart, Gustav Klimt, Sisi üçlüsüne ağırlık vermesinden sezinlemiştim başımıza gelecekleri:)


Hofburg Sarayı bana sade geldi açıkçası, daha göz alıcı olabilirdi diye düşünüyorum. Konumunun merkezi oluşu turistik bir avantaj. Sarayın karşısındaki sokaktan girince Meşhur Demel Pastanesini göreceksiniz. Burada bir lezzet molası vermenizi tavsiye ederim. Her zamanki gibi "sıra beklemece" den sonra şirin bir masaya buyur ediliyoruz.

  

Aklımıza koymuşuz, "Apfelstrudel" ile "Sachertorte" yi deneyeceğiz. Yanına bir de güzel "Melange" kahvesi istiyoruz. Yumuşak içimli bu Avusturya kahvesini sevdim gerçekten. Ama tatlılar umduğum gibi çıkmadı. Sachertorte asıl Sacher Otelde yenir diyenleri de dinlemedik, "Buradaki versiyonu böylesine kötüyse, oradaki en fazla ne kadar iyi olabilir ki?" savunma mekanizmasını kullandık. Kakaolu kekin üstüne azıcık karamelize kayısı marmelatı sürmüşler, üstünü çikolata sosla kaplamışlar ama bence olmamış. Apfelstrudel ise bir çeşit ince hamurun içinde elma marmelatı.. Bu da mı gol değil? Değil! Belki başka tatlıları denemek gerekiyordu. Demel'den ağzımız yandı Gerstner'i üfleyerek yedik:)



Madem öyle niye tavsiye ediyorum? İsim yapmış yerleri en az bir kere deneyin ki, diğerleriyle kıyaslayabilesiniz. Fikir sahibi olmak, yorum yapabilmek için denemek gerekiyor. Yine işlek caddeler üzerinde çok hoş pastaneler bulduk ve çok sevdik mesela.



Gerstner bunların başında geliyor. Kaertner Caddesi üzerinde yer alan Gerstner'i enfes cupcakelerle bezenmiş vitrininden rahatlıkla tanıyabilirsiniz. Sachertorte ve Apfelstrudel'i daha evvel denediğimiz için bu sefer oyumuzu Nusstorte ve Linzertorte'den yana kullanıyoruz. Sağ taraftaki Linzertorte'nin dünya üzerinde bilinen ilk kek olduğu söyleniyor ya, yerseniz:) Yiyin bence çok leziz:)))

2. Belvedere Sarayı

Belvedere Sarayı, 1668-1745 yıllarında Savoy Prensi Eugene tarafından dönemin önde gelen Barok mimarlarından Johann Lucas von Hildebrandt´a yazlık saray olarak yaptırılmış. Aşağı (Lower) Belvedere ve Yukarı (Upper) Belvedere olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Yukarı Belvedere'yi daha da özel yapan ünlü Sembolist ressam Gustav Klimt'in en büyük resim sergisini içermesi.


Özellikle "The Kiss-Öpüş" resmi büyüleyici. Hediyelik eşyaların üzeri hep bu resimle kaplı. Ben de dayanamayıp bir sürü şey aldım.
Vaktimiz kısıtlı olduğu için sadece Yukarı Belvedere'yi gezdik. Pek çok ünlü ressamın birbirinden değerli resimleri sergileniyor. Ne yazık ki sarayın içinde fotoğraf çekmek yasak; penceresinden müthiş bahçesini çekmekle yetiniyoruz.


 
Ulaşım da oldukça kolay; D tramwayına binip Scloss Belvedere'de inmeniz yeterli. D tramwayına nereden binicem diyorsanız, biz Opera Binası'nın önündeki duraktan bindik, duyurulur!



3. Schönbrunn Sarayı


Saraylar arasında en çok beğendiğim Schönbrunn oldu. Hem sarayın içi hem bahçe düzenlemeleri, ağaç koridorları, hem de devasa çeşmesi çok güzeldi.


İnşaası 1696 yılında tamamlanan saray en şaşaalı dönemlerini Marie Antoinette'in annesi Maria Theresa zamanında yaşamış. Sarayı gezmeden evvel Türkçe tanıtım yapan cihazımızı temin ettik girişten. Grup grup alıyorlar turistleri tıpkı bizim Beylerbeyi Sarayı'ndaki gibi. Her salonu tek tek anlatan sesli rehberimiz ilaç gibi geldi doğrusu. Bizi bu sarayda da Franz Joseph ile Sisi hiç ama hiç yalnız bırakmadı. Marie Antoinette'in de bir müddet yaşadığı bu saray, onun pek çok resmiyle bezeli. Ancak güzellik açısından Sisi her daim birinci sırada.
Sarayda önemli yemeklerin yendiği ve toplantıların yapıldığı Büyük Salon gerçekten çok etkileyiciydi. Tavan süslemeleri, duvar işlemeleri, sütunlar.. Hepsi birbirinden zarif ve büyüleyiciydi. Monarşik yönetimleri eleştirsek de, böyle şaşaalı saray ve yapılar hep o zamanlardan kalma. Sanatla mimariyi birbirinden ayıralı ne kadar oldu? Teknolojinin gelişmediği, imkanların son derece kısıtlı olduğu o zamanlarda üretilen herşey bugünkünden çok daha incelikli, emek dolu ve kaliteli. Fabrikasyon eşyalar, tekdüze binalar ve sığ insanlar var artık; gidişat kötü!


Sarayın bahçesi içinden yürüyüp devasa çeşme ve önündeki havuza ulaşıyoruz. Harika bir soluklanma noktası. O esnada 2. Viyana Kuşatması sırasında buralara kadar gelindiği ancak saray binasına dokunulmadığı olgusu geliyor aklıma. Yıkılmadığı iyi olmuş, tarih nerede olursa olsun bizim tarihimiz, eserler bizim eserlerimizdir. Saygı duyup, değer vermeliyiz..

Viyana'da ulaşım o kadar kolay ki; tam turist şehri! Ne haritaya baktık, ne sözlüğe baktık. Rahatlıkla heryere ulaştık (Hundertwasserhaus hariç;). Schönbrunn Sarayı'na gitmek için U4 metrosunu kullanıp Scloss Schönbrunn durağında inmeniz yeterli Şekil A'da göreceğiniz üzere:))


Sarayın çıkışında bu arkadaşlara rastladık. Eee madem ki turisttik böyle cansız mankenlerle, pandomimik arkadaşlarla fotoğraf çektirmemek olmazdı. Raconu bozmadım. "Lönk" diye oturdum aralarına:)) Ücreti: gönlünüzden ne koparsa:))


Ve sırada Hundertwasserhaus var! Benim Hundertwasserhaus sevdam bizim yarım günümüze mal oluyor. Çünkü tasarımı Avusturyalı sanatçı Friedensreich Hundertwasser tarafından yapılmış olan bu asimetrik şekilli buram buram sanat kokan yapı şehir merkezinin biraz dışında yer alıyor. O yüzden ulaşımda sıkıntı çektik. Belki bir saate yakın yürümüşüzdür:( Siz siz olun gidecekseniz 1 numaralı tramwayı tercih edin, çünkü çok yakınından geçiyor.
Friedensreich Hundertwasser şöyle demiş: "Ressam özgür olmak istediği evler ve mimariler hayal eder ve bunları da gerçekleştirir." Tam bana göre!
Ama siz yine diğer blogger arkadaşların dediği gibi eğer vaktiniz kalırsa ziyaret edin bu evleri, zira böyle melül melül bakıp geri dönüyorsunuz:( Başka yapacak birşey yok.
  
Landstrasse’deki Hundertwasserhaus (Yüzsular Evi) Kegelgasse 34-38 numaradadır.  Diyor Wikipedia ama öyle ha deyince bulunmuyor :( Neyse ben yine de gördüğüme çok sevindim.
İçinden ağaçlar geçiyor, orman ev gibi! Karşısında suratsız bir amcanın işlettiği hediyelikçiyi tavsiye etmiyorum. Hem çok bakımsız, hem de çok pahalı! Şehir merkezinde rahatlıkla daha güzel hediyelik eşyalar bulabilirsiniz.
Bu evleri ararken çaprazdan Prater (Dönme dolap) görünüyordu ama hiç canımız çekmedi dönme dolapa binmeyi. Bir London Eye değil sonuçta;)
Hızla  şehir merkezine dönüyoruz. O esnada bindiğimiz tramway (1 Nolu) bize zaten mini bir şehir turu yaptırıyor. Hofburgtheatre, Rathaus, Staatsoper falan fişmekan..

Viyana'ya gitmeden evvel yaptığım araştırmalarda Kelebek Evi'ni de muhakkak ziyaret edin diyorlardı. Opera Binasının 200 m ilerisinde yer alan bu yapıaya ulaşmak için Karlsplatz/Oper durağında inmeniz yeterli. Dev bir sera düşünün, içerisi tropik ormanlar gibi dizayn edilmiş; son derece sıcak ve yemyeşil bir yer. Giriş bileti 6 £ idi. 


Schmetterling Haus-Kelebek Evi; adı üzerinde kelebeklerin uçuştuğu bir sera. İçinde ağaç ev bile var; merdivenlerden çıkıp yukarıdan da seyredebilirsiniz kelebekleri. En çok ilgimi çeken muz ile beslenen kelebekler oldu. Ama ne yazık sayıları çok az. Gözümüz kelebeğe doymadı:(


Önünde bir hatıra fotoğrafı çektirip uzaklaşıyoruz.. Yol üstünde Belediye Binası-Rathaus 'a denk geliyoruz. Tam o vakitlerde binicilikle ilgili bir etkinlik de varmış ama biz akşama klasik müzik dinletisine gideceğimizden otelemize ulaşmaya çalışıyoruz.


Viyana demek opera demek, klasik müzik demek, bale demek, müzik, resim, tiyatro.. Sanat demek velhasılı..
Siz siz olun operaya meraklı iseniz muhakkak gitmeden evvel biletlerinizi alın internetten, www.viennaconcerts.com adresinden rahatlıkla seçim yapabilirsiniz. Aksi takdirde küçük çaplı klasik müzik dinletileriyle yetineceksiniz. Her halükarda sanata ne kadar önem verildiğini görmek ve o ruhu yaşamak çok keyifli.


Klasik müzik dinletisinden sonra malum yine karnımız acıktı. Hofburg Sarayı'nın çok yakınında Herrengasse durağının bitişiğindeki Vapiano dikkatimizi çekmişti.


Gidip deneyelim dedik. Çok da memnun kaldık. Pizzası enfesti. İncecik hamuru, peyniri, sosu.. En çok da zeytinyağı sosuna bayıldım. Pizzanın sonlarına doğru koparıp koparıp yağa banarken yakalandım ve sınır dışı edildim;)
Ayrıca meyveli şirin bir tatlı (Crema Di Firagola) denedik. O da çok hafif ve lezzetliydi. Fiyatların gayet uygun olduğunu söyleyebilirim bu arada.

Geriye bir tek Pazar günümüz kalmıştı. Bu güzel gezinin bitebileceğine kim inanabilir ki? Siz siz olun, dönüşünüzü pazar gününe denk getirin ya da hiç pazar gününe denk gelmeyin! Neden diye soracak olursanız. İn cin top oynuyorlu, bütün dükkanlar kapanmış yahu'lu, eee biz ne yapacağız şimdi'li cümlelere hazırlıklı olun! Zira haksız da sayılmam! Hayatın tümüyle öldüğü bir Pazar gününü yine de iyi değerlendirdik biz. Ne mi yaptık? Otelimizden çıkıp Mariahilfer Caddesini turladık ve Marihilfer Kirche'ye denk geldik.


Cadde boyunca yerde önemli kişilerin el ve ayak izlerini görebiliyorsunuz. Eğer alış verişe düşkünseniz, bu caddeyi gözden geçirin ama bu işi Pazar gününe ve akşam vaktine bırakmayın.


Ne varsa ştefında var deyip atlıyoruz U3 metromuza ve soluğu yeniden Stephanplatz'da alıyoruz. Katedralin etrafı ve Graben Caddesi daha hareketli Mariahilfer'e nazaran. Biraz ara sokak keşfi yaptıktan sonra Viyana'dan ayrılmadan evvel o güzel pastalarından bir kez daha tadalım dürtüsüyle vitrini bizi cezbeden L Heiner'e giriyoruz.

Göz kamaştıran pastacıklar arasından bu üçünü seçiyorum yanına bir de Melange kahvesinden söylüyorum. Keyfime diyecek yok! Bu mekan gerçekten harika: hem pastaları çok lezzetli, hem kahvesi hoş, hem de çalışanları çok güleryüzlü. Biraz daha samimiyet kursak sarılıp öpecektim kızları:) Kahvemizi yudumlarken 70 yaşlarında şık giyimli, asil duruşlu, sempatik bir bayan oturdu yan masamıza. Bize kendince tavsiyelerde bulundu ve gülücükler saçtı gazetesinden kafasını kaldırdığı aralarda.

Artık yavaş yavaş gezimizin sonuna geliyoruz. Hayatın tadını çıkarmasını bilene her yer güzel, her mekan keyifli; siz niyetten haber verin a dostlar! İyileri çekip çıkarın, olumsuz örneklerden ders alıp kulağınıza sıra sıra küpe takın. 

Viyana gezip, görmek, tadıp öğrenmek için çok elverişli bir şehir. Kendimce, aklım kesip dilim döndüğünce paylaşmaya çalıştım. Umarım gezmiş kadar olmuşsunuzdur:)

Bizde bu keşif arzusu sürdükçe bu gezmeler bitmez. İçinde tadım olmadıktan sonra da bu gitmeler gitmek değil:)



Yeni bir macerada görüşmek üzere;

Kalın sağlıcakla, afiyetle..

Eyvallah...

Nilgün Sultan KARAKAŞ

3 yorum:

  1. Fotoğraflara bayıldım :) çok güzel şehirdir gezmelere doyamaz insan :)

    YanıtlaSil
  2. Beğendiğinize sevindim:) Sevgiler..

    YanıtlaSil
  3. What are the minimum deposit casinos? - Dr.MCD
    If you're looking to play at a low deposit casino, you'll 세종특별자치 출장안마 find 남원 출장샵 an assortment 목포 출장샵 of 전주 출장샵 slots 성남 출장샵 from Microgaming, Microgaming and others,

    YanıtlaSil