BUMERANG

Bumerang - Yazarkafe

4 Mart 2014 Salı

Karanfil Oylum Oylum, Benim Canım Beyoğlu'm:)


Beyoğlu..

Anlatılmaz yaşanırsa eğer, yaşadım..
Yaşadığıma göre anlatabilirim yaşanmışlıklarımı. Son 10 senedir arşınladığım sokaklarını yazabilirim. İstiklal Caddesini, tramvayı, binlerce kez anlattılar size ve bana da. 
Ben bıkmadım.
Eğer siz de bıkmadıysanız takılın peşime, Ninünün size anlatacakları var!




Nasıl anlatsam, nerden başlasam, kaç kişiydik o zaman bak kaç kişi kaldı şimdi, Beyoğlu, Beyoğlu! (Bodrum Bodrum şarkısından uyarlama diyelim de "Efenim şarkı sözleri kullanılmış hatta modifiye edilmiş atıfta bulunulmadan." denmesin:)



Lise zamanlarımda sıkça haşır neşir olmaya başladım Beyoğlu ile, dolayısıyla da İstiklal Caddesi'yle. Ablamla hafta sonlarında gelir, bir güzel yemeğimizi yer, müzik marketlerden CD'lerimizi, kitapçılardan kitaplarımızı, pasajlardan takılarımızı alır, salınırdık caddede. 

 

Mesela Laço Tayfa'nın "Bergama Gaydası" adlı albümünü almamız o zamanlara denk geliyor. Caddede yürürken bir yerden klarnet sesi geldi. Ama ne klarnet! Harmandalı ezgisiydi bu, koşarak müzik marketten içeri girdik. Bu çalan kimin CD'si dedik. Çalan Hüsnü Şenlendirici'ydi. Eve geldik CD'yi taktık. 1,2,3,4. parça derken geldi 5. parça : Harmandalı! Kaç kez peşpeşe dinledik bilmem. Ve o günden sonra ben Hüsnü Şenlendirici'nin klarnetinin sesini nerede duyduysam tanıdım. Klarnet sevdam Hüsnü'yle İstiklal'de başladı.

İlk darbukamı (sanki 20 tane darbukam varmış gibi:) Tünel'den Galata'ya bağlanan yol üzerinde bir müzik mağazasından aldım. Ve o sokaktan her geçişimde darbuka çalan insanları hayranlıkla dinledim, seyrettim. 

Beyoğlu benim için müziktir!

Sokakları şarkı söyler, sokaklarında ben şarkı söylerim..

 
İster meydandan Tünel'e, ister Tünel'den meydana doğru olsun; cadde boyunca şarkı söyleyerek gezerim.
Sokak müzisyenlerini dinler, onlara eşlik ederim. 

 
İstiklal Caddesi'nin en güzel rengini oluşturuyor onlar. Bir taraftan çok seviyorum, diğer taraftan da içim burkuluyor bu yetenekli sanatçıların bahşişlere ihtiyaç duyuyor olmalarına. 

Her ne kadar sanatımıza sahip çıkamasak da!

Beyoğlu sanattır!

Pera Müzesi'ne sergiler her değiştiğinde muhakkak giderim. Benim için bir ritüel gibi. Bazen arkadaşlarımla, kimi zaman yalnız ziyaret ederim müzeyi. Çarşamba günleri öğrenciler için ücretsiz. Uzatmalı öğrenciliğim bir yerde işime yarasın değil mi :)


İstiklal Caddesi üzerinde salınırken muhakkak sanat galerilerine dalarım. Sergileri gezer, uzun uzun bakarım resimlere, ruhumu doyururum. Modern Sanat Galerisi olarak SALT Beyoğlu'nu beğeniyorum.


Modern sanatı severim ama bir noktadan sonra mizahi kıvılcımlar çakıyor içimde kendimi geyik yaparken buluyorum. Bkz. Şekil Aşağıdaki:) Sedye üzerinde uzanan balığının cansız bedenini görünce, kendimi dua ederken buldum:))


Yahut bu insanlar nereye bakıyor tadındaki resmin yanına varıp, güneş gözlüğümü takmam da manidardı:)))

 
Ninü bu!  
Hayat yiyince, gezince, gülünce güzel yahuuu! 
Gülelim, gülmek için fırsat yaratalım.
Ağlayalım, ama ağlayışımızı yağmura denk getirelim, karışıp gitsin yağmura, kimse anlamasın.. 

 

Şemsiyen kadar ıslanmazsın bu hayatta ve rüzgar gelir ters çeviriverir şemsiyeni. Sen de ıslanırsın diğerleri gibi, kaçış yok! Bu caddede bir kez yürüdüysen, sen de bu tiyatro oyununa katıldın mecburen. Acelen vardı belki, koşar adımlarla çıktın meydana doğru, yahut sevgilin seni tam da Galatasaray Lisesi'nin önünde terketmişti, oraya gelince hep için burkuluyordu. 

 

Ya da cadde üstünde bir büfede çalışıyordun, umurunda değildi bile insanlar, haftalığını almanın peşindeydin. "Bu patates soğuk, değiştir bunu kardeşim." diyen müşteriye bir güzel sövdün içinden. 


Balık Pazarı'ndan dalıp 10 tane midye dolmayı mideye gönderdikten sonra Nevizade'ye dalıyordun belki ne zaman Galatasaray'ın maçı olsa, tribünden daha da coşkuluydu bu sokak, bir ağızdan sloganlar, bir ağızdan küfürler.. Etmeyin yahu, yine de küfür etmeyin (Minik bir Ninü mesajı:). Yahut karın hamileydi de canı kış günü karpuz çekmişti. Soluğu Balık Pazarı'ndaki manavların birinde almamış mıydın? Arkadaşının doğum gününü kutlamak için muhakkak gelmişsindir Asmalı Mescit'te bir kafeye, doğum günü çocuğuna iyi davranıp, elindeki tefi ona doğru çalmışsındır. Yılbaşı'na Taksim'de girme gafletinde bulunmuşsundur belki sonra da bin pişman olmuşsundur bol soğanlı lahmacunu hüpletip suratına suratına bağıran tipler güruhunun arasında kaldığından. 


Kesin yolun düşmüştür. Kesin arkadaşlarla buluşmak için Taksim'i seçmiş ve kesinin kesini anıtın orda buluşmuşsunuzdur. 

 
Burger King'i de unutmayalım! "Nerdesin Levo? Oğlum Börgırın önündeyim, bi gelinsenize artık." diyalogları.. 



Kesin o caanım tramvayla fotoğraf çektirmişsinizdir benim gibi. Ya önünde durmuş, tam ezilecekken kenara kayıp kendinizce adrenalin yaşamışsınızdır, ya da sokak müzisyenlerini dinlerken dalıp tramvayın geldiğini farketmemişsinizdir de arkadaşınız tarafından kenara çekilmişsinizdir. 

 

Yahut tramvayın arkasına takılan çocuklara içten içe özenip şöyle bir bakakalmışsınızdır arkasından. Bana kalırsa %90'nınız bu tramvaya hiç binmedi. Bi akbil kadar uzağınızda, turistlerden neyiniz eksik? 


Tramvaydakiler dışarıdakilerin fotoğrafını çeker, dışarıdakiler tramvayı ve dolayısıyla içindekileri.. Bakış açınızı değiştirin biraz, bir de oradan gözlemleyin İstiklal Caddesini. Bazen de tepeden bakın böyle, Monami Cafe'nin balkonunu işte bu yüzden seviyorum.



İki tramvayın buluşma anı! Aman yarabbi! Ben işte böyle şeylerden mutluluk duyuyorum. Tarihi binaları incelerken detaylarında kayboluyorum. 


Ve seyrediyorum insanları. Akıp giden insanlar...

Kimbilir kafalarında ne dertler, ne sorularla, ne kuyruğu birbirine değmeyen tilkilerle dolaşıp duruyorlar. Belki boş boş, öylesine, belki tam aksi önemli bir sebeple geldiler İstiklal'e ama kendilerini bir eylemin içinde buldular. Eylemsiz İstiklal Caddesi olur muymuş hiç! 

 

Çoğunlukla siyasi, arada bir hayvan hakları, çevre bilinci, eşcinsel dertleri yahut engelli haklarıyla ilgili. Ağzı olan konuşuyorsa, sloganı olan özgürce söylüyor, söylemeli!


Beyoğlu özgürlüktür!

Özgür olamasak da, özgür olacağımız günlere olan özlemin dillendirildiği yerdir.

Beyoğlu lezzet durağıdır!

Ben Beyoğlu'nun sanırım en çok da bu yönünü seviyorum. Yüzlerce mekan var. Güzel olan da bu ya, "Keşfettim, bitti." diyemiyorum. "Acaba bugün nerede yesem?" , "Hangi sokaktan dalsam da hangi lezzeti keşfetsem?" bunlar bilimum Ninü soruları. Olur da cevap alamazsam istikamet direkt Sabırtaşı
 

Benim için çok önemli bu mekan, 10 seneden beri müdavimi olduğum tek yer diyebilirim. Ailem, arkadaşlarım, hocalarım.. Herkesi götürdüm mekana, bereket versin ki hepsi de memnun ayrıldı. İçli köftesi, çiğ böreği, harhar kebabı.. En güzeli de Mustafa Abi ve ailesini güleryüzü. İstiklal Caddesi'nin en lezzetli renlerinden biridir Sabırtaşı! Mekanı ayrı bir yazıda daha detaylı anlatacağım.

Beyoğlu benim ağzımın tadıdır!

Nizam Pide'de Atom Sütlacım, Mano'da burgerim, Bambide ıslak hamburgerim, Mercan'da midye dolmam, 


İnci'de profiterolüm, Konak'ta fıstıklı kebabım, Esmer Cafe'de pizzam, Ara Cafe'de kış çayım, Hazzo Pulo Pasajı'nda elma çayım, J'adore Chocolatier Cafe'de Oh la la Beatrice'mdir. 


Mandabatmaz'da ise Türk Kahvem! Bu öyle bir kahve ki köpüğünde manda dahi batmıyor! Aslına bakarsanız Türk Kahvesiyle çok aram yoktur, ancak bu mekan tabularımı yıktı! Bayılıyorum oranın kahvesine, arkadaşlarımı gezdirirken bu durağa muhakkak uğruyorum. Hatta bir keresinde amca kahveyi bana yaptırdı, o derece:))


Bir de Barcelona'da uğur böceği pastamdı. Son olarak söylediğim mekan kapandı ne yazık ki! Yerinde Greyder'ler esiyor! Hazır yeri gelmişken değinelim. İstiklal Caddesi'nde yılların mekanları dimdik ayakta dursa bile, bazısı "Yenileme" adı altında yıkılıyor ve ismi lazım olmayan AVM'ler yapılıyor. Emek Sineması konusuna hiç değinmeyeyim, yaraları deşmeyeyim. Aynı durum İnci Pastanesi'nin bulunduğu Cercle d'Orient (Büyük Kulüp) binasının da başına geldi ne yazık ki.. İyi ki zamanında bu resimleri çekmişim. Ne diyordu Ninü: "Ben fotoğrafını çekince binalar ölümsüzleşir."


Beyoğlu bir moda merkezidir!

Bilinen mağazalarının dışında, entellektüellerin tercih ettiği retro, vintage kıyafetler satan mağazalar, pasajlar vardır. Bilen bilir! Kitlesi bellidir. Ben mesela pantolon askısı almak için direkt o pasajlardan birine gittim, şıp diye buldum :) 
Ayrıca ihraç fazlası ürünlerin çok uygun fiyatlarla satıldığı Beyoğlu İş Merkezi ve Terkos Pasajı'na da değinelim. Kızlar için bir kurtuluş noktasıdır. Denk getirebilirseniz harika ürünleri çok  uygun fiyatlara alabilirsiniz. Benim gibi :))) İstanbul'un kızları "Pazardan giyinme"yi kınım kınım kınasalar da iş bu pasajlara gelince akan sular durur! Buraya uğramadım diyen yalan söylüyordur ;)

Beyoğlu pasajlar diyarıdır!



Enteresan hediyelik eşyalar, ilginç takılar, şaka malzemeleri, parti kıyafetleri, marjinal kostümler arıyorsanız, istikamet Atlas Pasajı! Ayrıca içerisinde sinema ve tiyatro da bulunuyor. Tam da Beyoğlu'na layık, sanat kokan bir pasaj, pek sever, her gidişimde uğrarım.


Aznavur Pasajı..

Benim için çok özel..
Ablamla başlayan Beyoğlu turlarımızın vazgeçilmez noktasıydı. Şapka, atkı, eldiven mi istediniz? Binbir çeşiti burada! İlk gümüş takılarım da Aznavur Pasajı'ndan! Tabii teyzemden bize geçen takıları saymazsam :) Giriş katında güzel çantalar satan bir çantacı, bir kaç gümüşçü, hediyelik eşya satan dükkanlar, retro, vintage kıyafetler satan mağazalar var. Alt katında da yine marjinal kıyafetler, çantalar, şu burnu kalkık ayakkabılar - sol eğilimli kıvırcık kızıl saçlı file çoraplı, sırt çantalı kızların giydiği-  satılıyor:) Ya komikli ya da sosyal mesajlı tişörtler -top sakallı, bira göbekli, dışına muhakkak oduncu gömleği giyen mühendisler tercih eder- de burada bulunabilir.

Gelelim üst kata..
Benim en güzel anılarım bu kattan hatıra zihnime.. Üst katın tütsü kokan mistik havası. Otantik hediyelikler, binbir çeşit takılar, şallar, fularlar, çantalar, neler neler vardı. Ve ufacık bir kafe.. Sadece bir kaç içecek türü, o kadar. Kattaki dükkanlardan birini işleten karı-kocaya aitti. Ablamla alış verişimizi yapıp, bol bol gezip de çokça yorulduğumuz zamanlarda burada oturur güzelce dinlenirdik. Kafenin en güzel özelliği Aznavur Pasajı'nı yukarıdan seyretmeye imkan sağlamasıydı. Gelip geçenlere meraklıyım ya, ister pasajda olayım, ister İstiklal Caddesi'ni gören bir kafede, illa ki insanları seyrederim. 


Gözlem yaparım.
Sorular sorarım.
Topuğu kaldırım taşına sıkışan kenar mahalle dilberine güler, ağlayan sevgilisini acemi cümleleriyle avutmayı beceremeyen delikanlıya akıl veririm içten içe. Kahve falı bedava diye müşteri çekip bir Türk Kahvesine 20 TL alan kafeciklerde çalışan bol paça taşlanmış pantalonlu elemana zoom yapalım mesela. Ensede paçalı güvercin saçıyla ve gömlek cebindeki bir kutu sigarasıyla (kutunun içi boş, eleman hava olsun diye koyuyor), düzeltmeye yanaşmadığı aksanıyla müşteri çekmeye çalışıyor. Ne platonik aşık ergenler, ne sevgilisinden taze ayrılmış genç kızlar, ne kavga-dövüş boşanmış genç bayanlar arşınladı o dar pasajları bu elemanın mihmandarlığında. 
Bir ümit..
Ya tutarsa? 
Fal çıkışı kadınlar kendi arasında konuşmasın ama. Neden derseniz, çünküsü bedava! Hepiciine aynı cevaplar verilmiş.. "Çok yıpranmışsın, iyi niyetlisin hep suistimal etmişler ama 2014 senin yılın olacak! Bu herifi bırak, yeni biriyle tanışıyosun. Kendi işini yapıyor, sana deli gibi aşık oluyor, adında M, E harfleri var." Ey benim caaanım ablalarımm, kardeşlerim! Türkçe erkek isimlerinin %90'ında zaten M,E harfleri var Ahmet, Mehmet, Selim, Kerem, Mert, Emir, Demir'i keser :)) Kız "Yooo" derse patlatır "Soyadında da olabilir canımm, ille de adında demedik!"  :)


Gözlem yaparım evet, ayakabısını boyayan boyacıyı gözlemleyen adamı da gözlemlerim hiç acımam!


Ava giden avlanır misali.. Her an bir fotoğrafla sabitleniyor ve ben bunu çok seviyorum. Fotoğraf aşkıyla yanıp tutuşanlara selam olsun!
 
Avrupa Pasajı
Balık Pazarı'ndan girince hemen kokoreç, midyecilerin arasından açılır bir kapısı.. Diğeri ise tam Galatasaray Lisesi'nin karşısındaki yoldan devam ederken sağ tarafta taze meyve suyu satan dükkanın hemen yanındadır. Avrupa Pasajı'nın bir adı da "Aynalı Pasaj"mış. 1870 yangınından o da nasibini almış. Yangın sonrasında imar edilip bir de güzel heykelciklerle süslenmiş. Pasajda hediyelikçiler, antikacılar, kuyumcular gibi genellikle tursitik dükkanlar bulunuyor. 



İçlerinden bir tanesi ise benim için daha çok kıymetli. Bedestan isimli antika dükkanının sahibi Nurettin Abi ile tanışmamız bir Ramazan gününe denk geliyor. Bundan 3 sene evvel, arkadaşımla orucumuzu Beyoğlu'nda açmayı kararlaştırmışız. Ben bir memur olarak mesai saatimizin erken bitmesinden o gün pek memnun kalmamıştım açıkçası. İftara kadar ne yapacaktım? Bir mekana girsem, oruç malumunuz.. Neyse, daldım Avrupa Pasajı'na, gözüme boş bir tabure ilişti.. Ayağımda yeni aldığım topuklu ayakkabılar.. Artık takatim kalmamıştı. Dükkan sahibinden müsaade isteyip oturdum tabureye ve sohbete başladık. Eskiye, antikaya oldum olası meraklıyım. Ama işte sadece bakıcıyız, alıcı olamıyoruz:) Ben ara ara Avrupa Pasajı'ndaki bu dükkana uğruyor, antika materyalleri inceliyorum. Akıl yürütüp kaç yaşında olduğunu, hangi ülkeye ait olduğunu bulmaya çalışıyorum. Dediklerine göre de tahminlerim %80 tutuyor :) Yolunuz düşerse muhakkak bu pasajı ve bu antikacıyı ziyaret edin, belki gönlünüze göre özel bir parça bulursunuz..



Beyoğlu biraz Fransızdır!


Tanzimat Dönemiyle yaygınlaşan Fransız kültüründen Beyoğlu da nasibini almıştır. Şimdilerde en büyük hatırası Fransız Sokağı (Cezayir Sokağı). Sıra sıra kafeler, akşamları canlı müzikler, falanlar, filanlar.. Fiyatlar biraz pahalı, bu konuya Fransız kalamadım, değindim:)



Beyoğlu çok ulusludur!

Her milletten, her memleketten insanı kolaylıkla bulabileceğiniz bir derya! Öyle bir derya ki çoğunluğu yüzmeyi bilmiyor! Kimisi bir arkadaşının takasına atlamış, cadde boyunca devrilmeden yolunda gitmeye çalışıyor. Disko barlara giremeyen Anadolu'dan taze gelmiş elemanlar, otogara ayağını basıp, metroyla Aksaray'a gelmiş, daha evvelden onun köyden İstanbul'a gelmiş arkadaşının bekar odasına bez bavulunu fırlatmış, el yordamıyla saçlara bir kaç galon briyantin sürmüş ve ta ta taaaam "Taksim için hazır mıyız gençler?" Bunlara Taksim'i kim nasıl anlattıysa, caddeye adım atar atmaz "manita" bulacaklarını sanırlar, ama sonuç hüsran! "Damsız almıyoruz." dedikleri yere ciks oğlanlar girdikçe içerler, kinlenir, bi cuvara yakar, Tekel bayiinden iki bira alır da gazeteye sardırırlar. 

 
Rüzgar nereye savurursa artık! Bu arkadaşlar gayleri, transeksüelleri görünce de abartılı şaşırırlar. Arkadaşlar Taksim'de yeni de siz kusurlarına bakmayın diyesim gelir:))


Caddede herkes var! Okullarından kaçmış üniformalı liseliler, 4 bir yana dağılmış konsolosluklarda işi olan vize mağdurları, bildiri dağıtan politik gençler, İncil dağıtan misyonerler, ellerinde haritalarıyla turistler, sırtlarında gitarları, ellerinde kemanlarıyla müzisyenler, arkadaşlarıyla buluşmak için Beyoğlu'nu seçmiş bilimum insanlar..  Hem birbirlerinden tümüyle farklılar, hem de bir araya geldiklerinde harika bir mozaik oluşturuyorlar tüm bu insanlar. 
Beyoğlu böyle güzel!
Böyle renkli!
Beyle uygar!
Böyle özgür!
Bu karmaşanın içinde kendine ait bir düzeni (entropi) var.
İçinden birini çektin mi jenga gibi yıkılıyor.
Onun asıl adı "Pera". Yıllar yıllar evvel tarihi yarımadada Müslüman halk yaşarken, Pera'da Venedik ve Cenevizli tüccarlar yaşarmış. Rumlar da bu bölgeye "karşısı, öteki" anlamında Pera demişler. Yalan da değil hani! Hep o "ötekiler" yok mu Beyoğlu'nda? Uç insanlar, sıradanlığı kabul etmediği için dışlanmışlar, Romanlar, eşcinseller, hippiler.. Ama bu durum özellikle son yıllarda ortaya çıkan profili sergiliyor. Hepimizin bildiği bir lakırdı da şu : "Eskiden Beyoğlu'nda smokinle gezilirmiş, hanımlar ise şıklıkta yarışırmış." Markiz'de pastalarını, Rejans'ta Kievskilerini yerlermiş. 

 

Terzilerinde harika kumaşlar, şapkacılarında çeşit çeşit şapkalar, korsecilerinde ne maharetli korseler, oyuncakçılarında o devrin en güzel oyuncakları var imiş. Bir varmış bir yokmuş. Bir anda herşey yok olmuş. Herkes gül gibi geçinip giderken birileri araya nifak sokmuş ve buyrunuz, yine karşımızda 6-7 Eylül Olayları! En büyük zararı kuşkusuz Beyoğlu ve Beyoğlu'nda yaşayan azınlıklar gördü. Kırılarak, küserek terkettiler evlerini, yıllarını verdikleri yurtlarını. Akılları kaldı Beyoğlu'nda ama Çiçek Pasajında, son bir kez kadeh kaldırdılar belki güzel günler için ve gittiler.. Geride yağmalanmış eşyalar, hayatlar... Kırılan vazolar, kalpler.. Acı.. Devrin sosyolojik süreçlerine diğer yazılarımda değinmiştim, yeniden detaylandırmıyorum.


Gustav Klimt eserlerinin çakmalarını dahi bulabilirsiniz Beyoğlu duvarlarında..


Sanki kolu kanadı kırıldı Beyoğlu'nun, ama hala ayakta! İnsanlar gitse bile terk ettikleri binalar orda! Birileri gelip balyozları gözüne gözüne vurmazsa belki bir 50-100 yıl daha yaşarlar. Ama bu bakımsızlık ve ilgisizlikle durumları zor görünüyor.

Narmanlı Han!

En beğendiğim mimari yapılardan.. 


1843 yılında yapıldığı tahmin edilen binanın mimarı Giusseppe Fossatti. Mimar, kendisi gibi mimar olan kardeşiyle beraber uzun yıllar pek çok eserle Ruslara hizmet etmişler. 1837'de İstanbul'a geldikten sonra bir çok önemli esere imza atmışlar. 

 

Narmanlı Han; asıl Rus Elçiliği yapılana kadar hem Rus Elçiliği hem de hapishane binası olarak kullanılmış. Daha sonraları genellikle Ruslar tercih etmiş Narmanlı Hanı. Hatta bir dönem Rus Devrimi'nden kaçan Leon Troçki de Pera Palas'ta kaldığı zamanlarda sık sık binaya gelip arkadaşlarıyla toplantılar yapmış. 

 

1933'te binayı Tüccar Avni ve Sıtkı Narmanlı kardeşler satın almış. Sanatçılar, heykeltraşlar mesken tutmuş Hanı. Bedri Rahmi Eyuboğlu ve Aliye Berger de onların arasında yer alıyor. Şimdilerde ise içinde bir büfe ve fotokopici var ve her daim kedilere ev sahipliği yapıyor [Narmanlı Han ile ilgili bilgiler Onur İNAL'ın "Pera'dan Beyoğlu'na" kitabından alıntılanmıştır.]. 
Narmanlı Han'ın satıldığını yeni öğreniyorum..
Bir üzüntü kapladı içimi..
Acaba yıkarlar mı, yerine o iğrenç AVM'lerden yaparlar mı?
Yapmasınlar!
Yıkmasınlar!
Restore edip korusunlar onu, koruyalım..


Hemen Narmanlı Han'ın yanında yer alıyor bu graffiti. Soldan girince Asmalı Mescit'e ulaşıyorsunuz. Bir sürü güzel mekan.. Gece hayatının da merkezi aynı zamanda Beyoğlu

Beyoğlu mimari cennetidir! 

Mimari yapılara, eski binalara ne kadar meraklı olduğumu Tarlabaşı ve Fener-Balat yazılarımdan okumuşsunuzdur. Beyoğlu'nda İstanbul'un hatta Türkiye'nin en güzel mimari örneklerini görebilirsiniz. Çok eskilerde genellikle ahşap yapılar yer alırken, Haziran 1870'te çıkan Büyük Beyoğlu Yangını pek çok ahşap binanın yok olmasına neden oldu. Ahşap binalar yerini kagir ve taş binalara bıraktı. Beyoğlu'nun şimdiki silüetini oluşturan anıtsal yapılar, apartmanlar, okullar, ibadethaneler, hanlar ve pasajlar zengin tüccarların desteğiyle inşa edildi. 
İstiklal Caddesi'nde yürürken arada bir başınızı kaldırıp yukarıya doğru bakın, binalardaki mimari detayları, heykelcikleri, süslemeleri, cam pervazlarına bakın. Ne kadar güzeller! 


Tabii Saint Antoine Kilisesi'ni de unutmayalım. Pek çoğumuzun kiliseyle ilk tanışmasının St. Antoine Kilisesi sayesinde olduğunu düşünüyorum. Bir arkadaşımın bu kilisede evlenmesi vesilesiyle de kilise düğününe şahit oldum. Farklı duygular:)  Instagramcı arkadaşlarım da pek sever fotoğrafını çekmeyi. Benim yukarıda çektiğim poz belki yüzlerce kez çekilmiştir, ama olsun! Ninü hiçbir şeyden kusur kalmaz! :)

Klasiklerin yurdudur Beyoğlu!

Bu caanım Pontiac da Beyoğlu sınırları içerisinde yaşamaktadır. Gelip geçerken fotoğrafını çeker, selam dururum önünde, büyüklere saygı ;)


Beyoğlu sokağın ruhunu yaşatır!


Pek çok sokağını arşınladığım doğrudur! İstiklal Caddesi üzerindekileri daha çok gezdim elbette. Mis, Balo, Bekar, Adnan Işık, Meşelik, Büyük Parmakkapı, Küçük Parmakkapı, Sadri Alışık, Ayhan Işık, Balyoz, Postacılar, İmam Adnan, Yeşilçam... Bu böyle gider. İşte benim Balyoz sokaktaki resmim:)

  

Beyoğlu sokaklarında gezinirken şarkı söylerim demiştim. Ayrıca bir parça var ki o kadar keyifli, hareketli, capcanlı Beyoğlu gibi ( Brooklyn Funk Essentials-İstanbul Twilight ) onu yine bir müzik markette duyup CD'sini almıştım. Arşivimin en güzel CD'lerinden biri olarak görüyorum. 


Ama asıl sazlı sözlü sokaklar, pasajlara gelecek olursak.. İlk olarak aklıma Çiçek Pasajı geliyor. Yukarıda bahsettiğimiz yangından sonra inşa edilmiş bu pasaj. İlk başlarda çeşitli dükkanlar varmış terzihane, pastane, fırın gibi, daha sonra çiçekçiler yerleşmiş pasaja. Adı da o devirden kalma! Derken derken yavaştan meyhaneler alıyor çiçekçilerin yerini. 1978'de aniden çöküyor bina, on sene öylece kalıyor. Sonra aslına sadık kalınarak yeniden inşa ediliyor ve yine meyhaneleriyle nam salan kimliğini kazanıyor. Madem öyle ne diyoruz? Yine mi güzeliz, yine mi çiçek?


Resim bulanık mı geldi? Biraz içtiniz galiba hımm, tam da yerindesiniz. Çiçek Pasajı bizi bozar diyorsanız buyrunuz Nevizade'ye! İş değiştirirsiniz, kutlamak için; araba alırsınız, ıslatmak için; maç olur, ıslık çalıp tezarühat etmek için; efkarlanırsınız, efkar dağıtmak için; bazen sudan sebeplerle, bazense sek sebepler için gelirsiniz Nevizade'ye. Kendinize buzlu badem, hanıma karanfil alayım derken yanı başınızda müzisyen Romanlar bitiverir. Onlara bahşiş, garsona bahşiş, üstüne midye tava, kokoreç derken hem cebiniz delinir, hem mide kaynar, hem de başınız dönmeye başlar imiş. Olsun, varsınmış. Bu dünyaya bir daha mı gelecekmişiz miş felan:) Olduğu kadar, olmadığı kader :) miş ;)

Canım ne çekti biliyor musunuz?

Beyoğlu Çikolatası!

 

Olsa da yesek dediğinizi duyar gibiyim. Gelin beraber yiyelim ;) Desem de inanmayın! Kimseciklerle paylaşamam bu kocaman fındıklı beyaz çikolatamı. Ben beyaz severim a dostlar! Ama elbette sütlüsü de var, beyazı da, bitteri de; tercih sizin :)


Çikolatamızı da yediğimize göre artık yavaş yavaş Tünel'e doğru inelim diyorum. Tünel Meydanı benim genelde İstiklal Caddesi'ne geçiş yaptığım noktadır.


Ya Şişhane Tünel arasındaki çok sevdiğim merdivenleri kullanmışımdır, ya da Tünel'i tercih ederek Karaköy'den gelmişimdir.





Tünel'i sık kullanıyor ve çok seviyorum. Harika bir ekosu var. Sürekli burada şarkı söyleyen bir arkadaş var, bi gün onu kovalayıp benim şarkı söyleyesim var :) Var oğlu var :) Daha fazla bilgi almak isterseniz mavi renkli Tünel yazısını tıklayabilirsiniz efenim :) Beyoğlu ile ilgili söylenecek o kadar çok kelam var ki, her biri için ayrı yazı yazmak gerekecek:) 


Bu kedicik Tünel'de yaşıyor.. Kimi zaman kapı açılsın diye önünde bekler, kimi zaman sıcaktan mayışır da uzanıverir pencerenin önüne:) Şimdi gelelim tozlu pencereden görünen binaya. Sizin için bir karşılaştırma yaptım. Bundan altı sene evvel çekindiğim resim sağda, yeni çektiğim resim ise solda. Tünel Kıraathanesi'nin yerini Latin esintili La Paz almış! Büğük değişim :))


Tünel Meydanı'ndan Ninü size selam ediyorr :)) Tünel'de illa burgerciler olur Mano Burger, Dükkan Burger.. Mano Burger'de Ottoman Burger'i ve baharatlı patatesini tavsiye ederim. Yine karnım acıktı, ee o kadar yürüdük kolay değil :)



Tünel'e doğru yürürken bu arkadaşlara rastladım. Ne güzel de baloncuklar yapıyorlar. Hayallerimiz gibi.. Önce havalara uçuyoruz, uzak diyarlara gidiyoruz. Sonra birden pofff diye paylayıveriyor baloncuk (baloncuk dedik ayıp oldu, sepet taksak uçulur bunla aslında:)


Sanatçı arkadaşlar genellikle Art Neuveau akımıyla Mimar D'Aronco tarafından yapılan çiçeklerle bezeli Botter Apartmanı'nın önünde gösterilerini yaparlar. Şu anda restorasyonda olduğu için tümüyle yüzeyi kapatıldı. Umarım orijinaline sadık kalırlar. Afişler de çok yıpratıyor bu binaları. Keşke sahip çıkılsa bu yapılara.


Bu da benim Botter Apartmanı'nın merdivenlerindeki resmimm. Gezer, gezer, dinlenirim :)


Tünel'e kadar geldik geri döndük.. Geri dönüp Tünel Geçidi'ne bir göz atalım. İçinde bir sürü kafe var ve geçit Asmalı Mescit'e açılıyor..


Yağmurlu bir günde Tünel Geçidi'nin uzaktan görünüşü.. Yine yağmur başlamış işte, şansa bak! 


Ben Beyoğlu'nda dört mevsimi yaşadım, yağmur, kar, rüzgar, güneş.. Her duyguyu yaşadım, hüzün, gözyaşı, sevinç, mutluluk, kahkaha.. Her türlü insanı gördüm, genç, yaşlı, ergen, turist, köylü, lümpen.. Her müziği duydum; klarnet, darbuka, kemençe, tulum, bağlama, gitar, saksafon.. Her yemeği yedim; kebap, içli köfte, kafe de Paris soslu bonfile, ıslak hamburger, profiterol, pide, noodle, köfte, sütlaç.. 

 
Her zamanı yaşadım; dün, bugün, yarın.. 
Yarının garantisi yok ise de dün ile bugünüm var elimde. 

 
Tonlarca anım, yaşanmışlığım var ve benim fotoğraflarım var. 
Onlar oldukça, sırtım yere gelmez, gün olup yerimden kalkamayacak zamanlara geldiğimde, açar bakarım fotoğraflara ve derim ki: Hey gidi heyy! 

Beyoğlu'nun hakkını vermişim. 

İstanbul'un hakkını vermişim. 

Yaşamımın hakkını vermişim.

Pek de iyi etmişim. 

Çünkü hayat yiyince, gezince, gülünce güzel!

Hayat bana güzel, kıskanma taş olursun, geçme pişman olursun :))


Ninüyüm deliyim, bazen böyle tersten bakarım hayata.. Ve Beyoğlu'm hep yanımda!



Karanfil oylum oylum, benim canım Beyoğlu'm! 

Cansın!

Benim için özelsin ama, ben olmasam da varsın sen; VAROL!

Kalın sağlıcakla, afiyetle..

Eyvallah..


Nilgün Sultan KARAKAŞ




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder