BUMERANG

Bumerang - Yazarkafe

13 Haziran 2014 Cuma

Kayıp Şehrin Yitik Semti: Süleymaniye..


Süleymaniye..
Adını Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle yapılmış Süleymaniye Camii'nden alan..
Bir devrin bilim adamlarına, ulemalarına, sanatkarlarına, şeyhülislamına ev sapliği yapan..
Ama şimdi talan..
Süleymaniye..
Kayıp Şehrin yitik semti..




Ben pek severim Süleymaniye'yi..
İnsan sevdiğinin sefaletini görünce daha da çok üzülüyor..
Yıkılmak üzere olan bir devrin şaheserleri, ahşap mimarinin göz bebeği yapılar..
Kimsesizliği, çaresizliği, köhnemişliği..
Sokaklarına sinmiş yanık çöp kokusuyla yitik bir semt.

  

Kim der ki zamanında Kanuni Kaftanını sürümüş de Süleymaniye'yi kuşatmış kudretiyle..


Ne oldu?
Mazide mi kaldı?
Ama..
Bu tarih bizim..
Bu sokaklar bizim..


İstanbul Üniversitesi de olmasa hepten köhnemişliği ile başbaşa kalacak. Şimdi en azından bir kaç öğrenci geçiveriyor sokaklarından ellerinde fotokopi ders notları, dillerinde hocalarından kapma kelamlarıyla..



Vefa Lisesi'nde okuyan öğrenciler gezinir Vefa'nın Süleymaniye'nin sokaklarında. Çok içerilere dalmadan Unkapanı'na geçiverirler. İMÇ Pilavcısında mis gibi nohutlu pilav ve tavuk!  



Yahut Vefa Bozacısına gitmek için insanların yolu düşüyor bu semtlere.. Bozalarına eşlik edecek leblebiyi karşıdaki kuruyemişçiden alıp geçiyorlar mekana. Bozalarını yudumlayıp terk ediyorlar semti..
Süleymaniye..
Vefa..
Yalnız geceleri..
Evler yorgun..
Evler makinaya bağlanmış hastalar gibi..
Evler ölmeye, yıkılmaya mahkum..
Yıkılanların yerine otopark yapılmış..
Otopark dediysek yapılan bir şey yok, sadece bir OTOPARK yazısı o kadar.

 

Bir kaç atölye.. Atölyenin üstünde 10-20 bekarın kaldığı barınaklar..

 

Ve bir kaç turist sokaklarında..
Meraklı gözlerle süzüyorlar eski yapıları, yıkılan binaları, sahipsiz köpekleri ve sümüğünden burnu ile dudağı arasının piştiği çocukları..
Hayret ediyorlar, böylesine güzel bir şehirde böylesine yok sayılan, bu duruma kendini inandırıp bizzat yok olan semtlere..
Hayret ediyorum..
Bunca teknolojik gelişme, yaşanmışlıklardan edinilen tecrübeler, hani nerede?

 

Savaştan çıkma ekonomi devrini geçtik artık. Farklı yatırımlar peşinde insanlar. İstanbul'a her gün bir yenisinin eklendiği toplu konut projeleri bile yetmez mi anlamak için şu gerçeği: PARA VAR!
Bu evleri yapan var, bu evleri alan var.
Demek ki para var!
Peki ya milli bilinç, tarih sevgisi, doğaya saygı nerde?
Ye, iç, tüket, öyle yaşa! Ne anlatacaksın çocuklarına? "Buralar bizim zamanımızda hep dutluktu." jenerasyonu toprak oldu malum. Siz ne diyeceksiniz? "Buralar İstanbul'un en güzel yerleriydi, en güzel mimari örnekler burada karşımıza çıkıyordu, derken biz onları kaderine terkettik, sonra öyle bir hal aldılar ki şehrin suç olaylarının menbaı burası oldu. Biz de bir güzel yıktık bu kibrit kutusundan bozma -Ama şekerim güvenliği var, otoparkı var, havuzu var, fitnessı var, bastın mı artırımları, indirdin mi çıkarımları var - evleri yaptık." mı diyeceksiniz?
Gelecek neslin hatırası dahi olmayacak.
Mahallede yaptığı maçlarla övünen erkekler, evin merdivenlerinde oturup çekirdek çitleyen kızlar olmayacak. "Biliyor musun Maya, bi keresinde tabletimi klozete düşürdüm." diyen Kayra'lar olacak anca.


Eskiden ilim irfan sahibi insanların mesken edindiği Süleymaniye'nin önce 1950'lerdeki sonra 1980'lerdi göç dalgasıyla sarsılımasıyla sosyoekonomik çehresi tümüyle değişiyor.
Tertemiz, mis kokulu konaklar, maddi durumu çok zayıf olan vatandaşlara oda oda kiralanıyor.
Bir müddet sonra kimin girip çıktığı belli olmayan izbe bir hale dönüşüyor.



12 Eylül askeri müdahalesinden sonra tarihi eser niteliğindeki pek çok yapı korunmak, restore edilmek üzere İstanbul Üniversitesi'ne teslim ediliyor.
"Bu bina İstanbul Üniversitesi'nin koruması altındadır." yazılı tabelalar çakılıyor binalara, o kadar!
Koruma, restorasyon, bakım hak getire!
Derken yakın bir geçmişte bu evler restore ediliyor ama, kocaman bir kumsaldan denize fırlatılan 3-5 deniz yıldızı misalinden öteye geçemiyor bu icraat.


Oysa ne güzel manzarası vardır Süleymaniye'nin..
Boğaza hakim..
Suriçinde böyle tarih kokan, böylesine mükemmel ve panaromik manzaraya sahip bir semt acaba neden hak ettiği değeri göremiyor? 
Sahiden merak ediyorum..



Güzelce restore edilse tarihi evler..
Belki otantik kafelere dönüştürülse..



Var aslında bir iki tane, ziyaretçisi hiç bitmez hatta. Her daim sıra beklersiniz bu eşsiz manzarayı izleyebilmek için.. Cafe Haliç ve Ağa Kapısı başta olmak üzere..



Yüksek lisans tezimi hazırlarken İstanbul Üniversitesi'nin kütüphanesine gittiğim bir gün dönüşte ayaklarım Süleymaniye'ye götürdü beni. Yanlış anlamayın öyle Erzincanlı Ali Baba'ya gidip kuru fasulye yemek değildi niyetim -ki o ne güzel bir kurufasulyedir- yahut Ağa Kapısı'na gidip "Brovnissa" içerek Seyr-i İstanbul yapmak -ki bu da ne keyifli bir eylemdir- değildi. Sadece Süleymaniye'nin sokaklarında salınmak, ahaliyi ürkütmeden bir kaç fotoğraf çekmek istiyordum.

 

Kaptırdım kendimi yokuş aşağı gidiyorum. Bir anda karşıma 3 çaresiz bayan çıktı. Her hallerinden oraların yabancısı oldukları belliydi. İstanbul'da yaşayıp da oraların yabancısı olmayan zaten kaç kişiyiz ki! Ninü dediğimiz kişilik yolda şaşkın ördek gibi haritasına bakan turistlere daha onlar yardım istemeden yardım edendir! Nerede kaldı bizim vatandaşlar :) Neyse, bu arkadaşlar beni görür görmez zaten yüzleri aydınlandı, bana yöneldiler. Yollarını kaybetmişler, İstanbul Üniversitesi'nde bir konferansa katılmak üzere Ankara'dan gelmişler, Küçükpazar'daki ultra güvenli (!) otellerini bulmaya çalışıyorlarmış, nasıl gidebilirlermiş felan. Biri araştırma görevlisi, ikisi öğrenci olmak üzere üç bayan! İstanbul'da! Hatta Süleymaniye'de! Kaybolmuşlar! Yüzlerde yorgun bir ifade, öğrencilerden birinde ekstra ürkeklik ve ellerde hafif titreme söz konusu. "Takılın peşime" dedim, "Ne işiniz var buralarda yahu, hem buralardan otel ayarlamak kimin aklına geldi?" Soğukkanlı olmaya çalışan araştırma görevlisi atıldı hemen: "Booking.com dan ayarladık, okula çok yakın ve açıkçası fiyatı da çok uygundu." "Elinizdeki adrese göre bu otel Küçükpazar'da ve orası genç bayanların kalabilmesi için hiç de uygun bir yer değil." dedim. Tedirgin olan kız iyice işkillendi, diğeri de bu gerilimi paylaşmaya başladı yavaştan.. Hatta araştırma görevlisi de... Kızları öylece bırakmak gelmedi içimden, yardım etmeliydim. Birlikten kuvvet, bilgiden cesaret doğardı. Süleymaniye sokak keşfimi başka bir zamana bırakarak, yokuştan aşağı bıraktım kendimi. Kızların dediği oteli bulduk ama bulmaz olaydık. Tipinden de, mevkiinden de hatta isminden de hiç de tekin bir otel olmadığı aşikardı. Bunlar yolda kendi aralarında kavgaya tutuştular. Vay sen seçtin, ben seçtim, yok bu ucuzdu, beriki pahalıydı, efendim kocama ne diyecem ben gibisinden. Otel rezervasyonunu iptal etsek paramız yanar mının derdine düştüler, ramak kala kendilerinin yanmalarına:) Sakinleştirdim yavru ceylanları. Önlerine geçtim. Kapıda bizi Tecavüzcü Coşkun'dan bozma, elindeki tespihten, bıyığının palalığından pek çok gıcık mana çıkarılabilecek otel sahibi karşıladı. O an "İyi ki bu kızlarla gelmişim." dedim. Yoksa arkamda tir tir titreyen kızın bir çuval inciri berbat edeceği belliydi. "Selamın Aleyküm" ile açılışı yaptım. Selamımı aldıktan sonra konuya giriş yaptım. Kızların meramını anlattım. "Siz nereden geliyorsunuz hanımlar" dedi arkamdakilere, onların cevap vermesine müsaade etmeden "Ben buralıyım. İstanbul candır! Yalnız yakıp yıkıyorlar, ne olacak bu Tarlabaşı'nın hali!"nden girip, Küçükpazar'dan geçen tünele getirdim konuyu. Ben palayı oyalarken kızları bilgisayara yönlendirdim kendilerine başka bir otel bulsunlar diye. "Otelimiz temiz ve güvenlidir." diyecek oldu pala, "Bu seferlik böyle olsun dedim, anlayışlı adamsın, İstanbul'da böyle mert insan az kaldı." Çevir kazı ver gazı hesabı :) Gevrek gevrek güldü pala, ikna olmuştu. Kızların parasını kesmedi. "Her zaman bekleriz." demeyi de unutmadı.




Velhasılı, İstanbul zor bir şehir.
Her sokağında ayrı racon kesilir.
Lüks semtlerinde ayrı tripler, ritüeller, varoşlarında ayrı dışlamalar, asi bakışlar, turistik yerlerinde köşe başlarını tutup da bırakmayanlar mı dersin, taksimetre canavarı taksi şöförleri mi dersin..
Of ki ne of!
Bilmeyen için İstanbul girdap olur, yutar adamı.
Çıkmayı başardığında eski sen değilsindir.
Hayat İstanbul'da Salacak Yolu'nda Kız Kulesi'yle foto çekinmenin Ortaköy'de kumpir yemenin verdiği lezzeti vermez her daim.
Bu rüyadan bir gün akıllı telefonun çalındığında, bir gün tacize uğradığında, bir gün yanıbaşında bir kadın darp edildiğinde uyanırsın.
Sahi, ne güzel limonata içiyorduk, nerden çıkıverdi bu varoş insanlar! Tam waffleımı ısırıyordum hangi ara çaldılar telefonumu? Bu kapkaççılar nerede yaşıyor, nereden çıkıp geliyorlar?


Tarlabaşı'ndan..
Fener'den..
Balat'tan..
Kadırga'dan..
Süleymaniye'den..
İstanbul'da üç çeşit semt vardır:
Gezilecek semt. .
Yaşanılacak semt..
Yitilecek semt..
Süleymaniye bu üçüncüsünden.. Bir zaman terör madurları geldi yerleşti, bir dönem Zenciler, şimdi de Suriyeliler..

  

Eskaza sokaklarına dalan turistler gördükleri tarihi eserlerden, eski camilerden etkilenemeden fotoğraf makinelerinin çalınma tehlikesiyle karşılaşıyorlar.

 

Yahut bu köpekler takılıyor peşlerine; onlar da sahipleri gibi sevmiyorlar yabancıları, sahipsiz sahipleri gibi..
İki karpuzun sığamadığı koltuğa ne aileler sığıyor!



Açlığın kol gezdiği bu sokakta bile pideler ziyan oluyor.. İstanbul tezattır dedik ya Süleymaniye de tezat onun gibi..

 

Yol ayrımında yaşayan insanlar..
Yolun ikiye ayrılacağını bilen, ama bunun ne zaman gerçekleşeceğini bilmeyen..

 

Evet. .
Terkedin buraları diyecekler ama ne zaman?
Gidecekler ama nereye?
Onlar zaten gidemezler ki..
Onlar zaten yitip gitti ki..
Kaybettik onları. .
Topluma kazandıramadık.
Bunun için çaba sarfettik mi ki acaba?
Hiç sanmam!
"Amaaağn!" Dedik. "Bizim derdimiz bize yeter'" Nasılsa oradakiler de içinde oturdukları evler gibi yıkılacak.



Bak efkarlandım yine.
Ustam yap bana bir ekmek arası köfte!
Ne kadar ekmek o kadar köfte!
Hayat böyle!
Köftenin içinde de ekmek var bizde!
Ekmek arası ekmek yap sen bana ustam!
Hem daha hesaplı, hem daha doyurucu!
 

İtalyan usulü zırttirizorttan makarnalara ne paralar veriyorsun Ninücüm, bu arkadaşlar makarnayı ekmekle yiyor, haberin var mı!

 

Bu amca yılların yükünü taşımış, altmışını devirmiş, bak hala ne şartlarda çalışıyor. Ekmek parası diyoruz ya, sahiden "Ekmek Parası" o! Çünkü o paraya anca ekmek alınır. En karbonhidratlısından!
İşte bunlar hep makarna, ekmek kafası!
Protein hak getire!
Bizim kızlar zayıflayayım diye ekmeği kesiyor, bazı insanlar açlıktan ölmeyeyim diye ekmeğe yumuluyor!
Onlar da okusun, çalışsın, kazansınlar evet!
Ama oyuna 10 sıfır yenik başlayıp maçı 11'e 10 bitiren kaç kişi olabilir ki?
İşte onlar da yaşadıkları evlere önem vermiyorlar, zaten işgal etmişler, emekleri yok üstünde, haldır huldur yaşıyorlar.
Cam kırılsa tente çekiliyor, elektrik kesilse mum yakılıyor. O caanım evler, cam kırığından esen rüzgarın devirdiği mum dolayısıyla yanıveriyor birden! Hee yaa "Mumdan çıkmış yangın." "Evlere sahip çıkalım!"
Semtlere sahip çıkalım, abilerim ablalarım!
Şu resimde gördüğünüz on nomero konut olup, batan delinin malları, yiten semtin hallarıdır!

 

Camimizde çalınacak halı bile yoktur!
Ayakkabılar ise zaten hep çalıntıdır.
Küçükpazar'da kurulan bit pazarından aldıydık. O yüzden burada ayakkabı çalınmaz!
Düşmanımın düşmanı dostumdur=Tümleyenin tümleyeni kendisidir=Çalıntının çalınması çalın Roman havası da oynayalım biraz! Yoksa geçer mi hiç bu rutubet kokulu, gudubet suratlı günler, biter mi dertler!
Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır!
Bugün posta günü canım sıkılır!
Ellerin mektubu gelmiş okunur!
Benim yüreğime hançer sokulur amman!



Balkonu olmayan ölsün mü!
Demir parmaklıklara çamaşır asılır amman!


Sağdan soldan çıkan yeşillikleri koparmak yasaktır ammaa,
Yerimiz müsait bir güzel moloz dökülür amman!

 

Mimar Sinan'ın Türbesi de oralarda. Usta Mimarın kemikleri sızlayacak diye korkarım! Sahip çıkamıyoruz eserlerimize üstadım. Ama onlar inatla, dirençle yaşıyorlar!
 

Kapıdan kovsak, bacadan tütüyorlar!
Ocağı tütmek!
Burnunda tütmek!
Tüttü fırlattı kalbimi, ezdi bi güzel çiğnedi!
Zamanla geçer dedi, zamanla, zamanla..

  

Dişleri dökülmüş yaşlı bir nine gibi bu ev.. Kimbilir hangi yavrular ilk dişlerini bu evde çıkarttı zamanında.. Kimler göz ucuyla bakıverdi sokaktan geçenlere..
Kim dikti bu sarmaşığı?
Ve kim unutup gitti bu evi, neden gittiler?
Bilmem, bilemem, bilemeyiz..
Biz ya işgal eder, ya da önünden geçip gideriz..
"Öteki" olan, "diğer" olan hani "Pera"ydı..  Ne oldu da Süleymaniye'yi dışladık bu kadar, kaderine terk ettik.
Ne oldu da bu camiler cemaatsiz kaldı?


Nasıl bu kadar yozlaştık? Cami tabelasının dibine bu çöp konteynerlerini nasıl koyabildik?


Bizim tek hizmet anlayışımız sanırım boş bulduğumuz yere çöp kutusu koymak. Boş dediysek, aslında maneviyatları büyük de bizler önemseyemiyoruz bir türlü. Yukarıdaki eserin önünde de aynı görüntü işte.. Ne çirkinlik!
Ruhumuz çöp kokmaya başlayacak yakında!

Kapıları çalmayı çok severim ben..
Ama..
Çalacak kapı bile kalmamış Süleymaniye'de..

 

Öylece gezinirim sokaklarında..


Bakarım gelen giden var mı diye..
Gitmiş çoğu..

 

Üzülürüm biraz ama..
Ne gelir elden..
Ben de giderim...

 

Kalın sağlıcakla, afiyetle..
Eyvallah..

Nilgün Sultan KARAKAŞ



<div style="width: 250px !important;height: 50px !important;"><div style="display: block;"><a href="http://bumerang.hurriyet.com.tr" class="BoomadsButtonLink154" target="_blank"><img src="http://widget.boomads.com/images/bumerangWidget/bumerang-25050-white.gif" alt="Bumerang - Yazarkafe"/></a></div></div><script type="text/javascript">
boomads_widget_client = "9da6de7dd2424f7082c5932acb99b44f";
boomads_widget_id = "154";
boomads_widget_width = "0";
boomads_widget_height = "50";
boomads_widget_trackingparameter = "http://bumerang.hurriyet.com.tr";
</script><script type="text/javascript" src="http://widget.boomads.com/scripts/widget.js"></script>


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder