BUMERANG

Bumerang - Yazarkafe

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Onda Bunda Şunda, Benim Gönlüm Cunda'da!

Onda
Bunda
Şunda..
Benim gönlüm Cunda'da..
Kaldı..
Niyesini buyrun birlikte inceleyelim :)



Bir bahar yeli gibi geldi Cunda'ya gitme fikri.. Epeydir merak ediyordum, tam da 23 Nisan'da, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızda, çocuklar gibi şen vardım Cunda'ya.. Tabii önce Ayvalığa..
Ne güzeldir sahili olan, denize kıyısı olan beldeler, ilçeler..
Deniz candır!
Deniz kokusu cabasıdır!
Ayvalık merkezden 5-10 dakikada, Türkiye'nin ilk boğaz köprüsünden geçerek Cunda'ya namı diğer Alibey Adası'na varabilirsiniz. Sık sık dolmuşlar gidip geliyor zaten, ulaşım hiç problem değil. Bunda kara bağlantısının olmasının büyük etkisi var.
Ayvalık'tan gelirken Lale Adası'nı geçtikten sonra Cunda merkeze giderken böyle enfes fotoğraflar çekebilirsiniz. Fotoğrafseverler için Cunda bir hazine!


İster pürüzsüz deniziyle dans eden martıları, karabatakları fotoğraflayın, ister tarihi taş evlerini, sevimli sokaklarını çekin.. Cunda'nın neresine giderseniz gidin fotoğrafını çekebilecek bir materyal bulabilirsiniz.


Valizler otele fırlatıldıktan sonra ne yapılır?
Hemencecik sokak keşfi yapılır :)
O sokak senin, bu sokak benim, beriki sokak da benim, şuradaki sokak da benim, hepsi benim yahuu :)


İtirazı olan var mı?
Yok!
Açılın Ninü geliyor :)


Bundan sonrası malum zaten.. Efendim kapıların önüne gidilir. Kapı kolları eski tokmakların fotoğrafı çekilir. 


Sonracığıma posta kutuları bulunur. Acaba hala mektup yazıp da postalayan oluyor mu diye merak edilir. Peşine kutudan çıkan kredi kartı ekstresi ile tepemdeki hayal balonu poff diye söner :)


Ninü detay sever! 
Hayat detaylarda gizlidir! 
Gerekirse o detaylarda boğulurum :) 
İnsanlar kıyafetine uygun takı takarlar, bense takıya kıyafet uydururum :) O yüzdendir ki yeni yerleri keşfetmek beni daha da çok mutlu eder. Herkesin gittiği klasik, bariz yerlerin yanında gittiğim bölgeye özgü güzel detayları bulmayı da severim. 


Mesela ne kadar güzel düşünülmüş yukarıdaki resimde gördüğünüz innovatif tasarım :) Eski bir kayık, artık saksı cenneti :) Buradan ne anlıyoruz: Eski yıpranmış diye kenara attığınız şeyler hünerli ellerde sanat eserlerine dönüşebilir :) "Aiiy ne banal adam, bu kız bu çocukla nasıl çıkıyor aceba?" denilen arkadaş marangozluğa eğilimli hatunların elinde "abanoz konsol"a dönüşebilir :)) Bir kuple mesaj verdiğimize göre devam edebiliriz canlar :)


Özellikle yazlık yerlerde sokakları daha sevimli hale getirebilmek için şemsiye detayını kullanıyorlar. Ne yalan söyleyeyim benim de hoşuma gidiyor. Mesela bu sokak pek şirin, bitiminde yer alan Vino Şarapevi (Adadaki tek şarapevi) de bir o kadar sevimli ve sahibesi oldukça misafirperver.


Sokakları gezerken ne kadar mutluyum..
Tam da 23 Nisan'da çocuklar gibi mutluyum :)
Eteklerim zil çalıyor adeta.. (İlkokulda öğretmenim bu deyimi cümle içinde kullanın demişti. O vakit münasip bir cümle bulamamıştım, bugüne kısmetmiş :) Ah bir de deyimi kendi manasında kullansaydım iyiydi de, neyse :))


Cunda'da kitap okuyan, Diego Rivera'nın sanatına meraklı, tek yıllık çok yıllık bitkileri literatür bazında takip eden bilinçli insanların olduğunu görmek ne kadar sevindirici :) "Ben pek bilinçliyim de sen ne demeye hanemin fotoğrafını çekiyorsun?" derse de cevabım belli: "Göz hakkımı alıyorum!" :))


Yine üşenmeden kapı kapı geziyor, zilleri çalıyorum (Çalıyorum dedikse çalıyormuşum gibi yapıyorum canım :). Nisan ayı olmasına rağmen hava yaz havası gibi sıcacıktı. Kendimizi serin mi serin, içinde kuşların uçuştuğu, camları vitraylı, ahşap sandalyeli, tarih kokan Taş Kahve'ye atıyoruz.


Cunda'yı anlatan bir mekan söylememi isteselerdi kesinlikle Taş Kahve derdim. Kasketli, delikli beyaz ayakkabılı amcalar okeye dönerken, damla sakızı aromalı Türk Kahvemi yudumlamaktan daha güzel ne olabilir ki? 


Duvarlarda aynalar ve en güzeli Atatürk Portresiyle kalbimi yeniden fethediyor Taş Kahve.. Cunda'da her mekanda Atatürk resmi..
Ege'de en çok bu dikkatimi çekiyor.
Hoşuma da gidiyor.
Vitray detayına zaten bayılıyorum. Bol bol fotoğraf çekinmekten geri kalmıyorum..


Cunda merkezden civar bölgelere açılmak isterseniz ilk durağınız Pateriça Koyu olsun. Mevsim itibariyle denize girmek mümkün değildi ama ruhumun bu kadar dinlendiği başka bir yer hatırlamıyorum! Öylesine dingin ki deniz ve pürüzsüz.. 


Metrelerce uzaktaki kuşların sesi yanı başınızda.. Mevsim itibariyle Pateriça Koyu'nda yapılacak en güzel şey ayaklarınıza deniz suyu çarparken mangalınızı yakıp keyfinize bakmak olur. Biz hazırlıklı gitmediğimiz için oranın tek işletmesi olan barakavari mekandan aldığımız soğuk içeceklerle yetiniyoruz. Yalnız sehpa müthiş, hani kalın hortumların sarıldığı devasa bobinler var ya beyamca onu yuvarlayarak önümüze getirdi :) Yanımızda kolunda Zara torbasıyla gezen tiki bir hatun olsaydı: "Imh kımh ne varoş bi yer burası, adam gibi sehpası bile yok! derdi. Yahut onun 10 yaş büyüğü olaydı "Arkadaşlar Cunda'da kimsenin bilmediği bakir bir koy bulduk. O kadar otantik ve orijinal ki, içkinizi doğal hayattan sanatsal olarak modifiye edilmiş devasa makaralar üzerine koyuyorsunuz. Size tavsiye ederim ama bunu çok yaymayalım, sonra bizden duyan gidiyor, mekanı amele yerine çeviriyorlar." derdi :)


Bu sevimli havhav orada takılıp geziniyor, arada durup bize poz vermeyi de unutmuyor sağolsun :) Biraz ötede Güvercin Adası bize göz kırpıyor.. Güvercin Adası'nda Agios Yorgis Manastırı yer alıyor. Ortaçağın sonlarında inşa edildiği düşünülüyor. O zamanlarda yaşlılık dönemine gelen ve o yaşa kadar günahkar bir hayat süren korsanların işledikleri günahlardan arınmak ve son dönemlerini bu ada üzerindeki bahsettiğimiz manastırda geçirirlermiş. Şimdi de aynı hissi veriyor aslında. 



Herkes, herşey anlaşmış gibi, aralarında gizli bir sessizlik anlaşması var gibi. Huzuru kaçıranları hemen oracıktan kovacakmışlar gibi.. Bu gizli anlaşmaya biz de riayet edip, bütün negatif enerjimizi kumlara bıraktık, bir nevi toprakladık kendimizi. Köye uzaktan bakıp veda ediyoruz, yola koyuluyoruz..


İkinci gün sokak keşifleri ve tarihi yapıları ziyaretle geçiyor. Cunda'da öyle güzel yapılar var ki.. Ama birçoğu ne yazık ki bakımsız. Butik otellere dönüştürülenler restorasyondan nasibini alsa da adanın iç kısımlarına doğru gittikçe yıkılmış evler karşımıza çıkıyor. Vurgulu renklerle boyanan eski kapılar gönlümü fethediyor Cunda'da, bir güzel oturup önüne pozumu veriyorum :)


Ara sokaklardan geçerken bu şirin kediciğe rastlıyorum. Ada halkı hayvan dostu. Belli ki insanlar gibi hayvanlar da huzur buluyor adada, bu minnoş dışında :)


Kendimizi birden yokuş tırmanırken buluyoruz. En sevdiğim şey amaçsızca gezinirken güzel yerlere rastlamak. "Ayaklarının götürdüğü yere git Ninü" diyor içimdeki ses, ayaklarım beni Agia Triyada Kilisesi'ne götürüyor. Kilise dediysek yıkılmış ne yazık ki, bir tek dış çeperi kalmış. Ve her zaman ki gibi tarihi yapılara zarar vermeye bayılan halkımız buraya da ismini kazımış! Sorarım: madem bu kadar bilinçsizsiniz ve tarihi yapılara zarar verecek kadar maneviyat ve insanlık yoksunusunuz da, ne diye adınızı yazıp kendinizi afişe ediyorsunuz bre gafiller! 


Agia Triyada Kilisesi adada ilk inşa edilen kilise imiş (1858).  1922 yılına kadar ibadete açık olan kilise, mübadeleden sonra kendi kaderine terk edilmiş. İbadete açık olduğu dönemde, içerisinde birçok ikon bulunan Agia Triyada Kilisesi, zamanla ilgisizliğin de etkisiyle yıkılmış ne yazık ki.


Hemen kilisenin yukarısında eskiden Agios Yannis Kilisesinin bulunduğu bölgede yer alan yel değirmenini Rahmi Koç restore ettirmiş ve yanında da Sevim ve Necdet H. Kent Kitaplığını inşa ettirmiş. Bu küçücük yerde böylesine özenli ve güzel kütüphaneye rastlamak ne kadar keyif verici!


Yel değirmenlerini sevmeyen var mı sahi? Ben çok seviyorum da :)

 

Yel değirmeni sen ne sevimli birşeysin!
Tepe öyle güzel rüzgar alıyor ki, az kalsın biz de uçuşuyorduk!
Tam yel değirmeni kurulacak mevki!


Yel değirmeni ve kitaplığın bünyesinde şirin mi şirin bir kafe var! Nostalji Kafe.. Renkli sandalyelerine bayıldım! Fiyatlar çok uygun. Menüdeki herşeyi yiyip içebilirdim zor tuttum kendimi :)


Tepede konumlandığı için panaromik bir Cunda manzarasına sahip mekan.


Mis gibi Cunda manzarası!
Ninü bu, köşe bucak gezer, gittiği bölgenin her noktasına ayak basar!
Karşıda gördüğünüz limana ve göremediğiniz deniz fenerine de gidiyorum bir sonraki gün.


Yel değirmeninin etrafındaki yeşillikler nisan ayında papatyalarla doluydu. Çiçek kokulu bahar havası, 10 numara Cunda manzarası, tepemde yel değirmeni ve papatyalar...


Gel de sevme Cunda'yı! Papatyalara dikkatli bakın arkadaşlar. Böyle ortadaki çiçek durumu (sarı kısım) kubbemsi olanlardan pek kalmadı artık. Biyolojik gözüm açılıyor ve ufak bir bilgi vermekten alıkoyamıyorum kendimi. Papatyada ikili çiçek durumu vardır. Bizim yaprak sandığımız beyaz kısım da bir çiçektir, ortadaki sarı kısım da ayrı bir çiçektir efenim :) Bunu da araya sıkıştırdık madem, keşfe devam :)


Cunda sahilde sakızlı dondurma ve kızarmış dondurma yemeden dönmeyin demişlerdi, büyük sözü dinledik :) Sakızlı dondurması güzeldi, kızarmış dondurmayı da oldum olası severim zaten. Gelgelelim sunum hak getire! Alüminyum folyo orijinli bu kaplar hiç de estetik değil doğrusu :))


A aaa yine bir kedicik! An itibariyle balık yiyemese de evvelinde balık tutulmuş ağlara sinen balık kokusuyla yetiniyor belli ki :) O ağların üzerinde rüyaların en güzeli görülür :))


Cunda sahilde gezinirken yapılması gereken diğer şey İmparator'dan lokma yemek! Açıkçası birisi hayrına lokma dağıtıyordu biz onu yedik sonra da habire tıkınmaktan yerimiz kalmadı İmparator'un lokmasını yemeye ama siz bu hataya düşmeyin, adaya ayak basar basmaz lokmaları hüpletin :)


Sıra geldi Ayvalık Tostuna.. Ayvalık'da ne yenir?
Duyamadım?
Efenim?
Bittabii, pek tabii Ayvalık Tostu!
Güzel midir, evet!
Her yediğiniz mekanda aynı lezzeti bulamasanız da denemelerinizden birinin isabetli olacağını düşünüyorum :) Mesela Şeytan Sofrası'ndaki tost gayet güzeldi..
Şeytan Sofrası demişken..
Cunda'dan Şeytan Sofrası'na ulaşım çok kolay. Önce Ayvalığa geçip oradan Sarımsaklı Plajının devamındaki yoldan ulaşabiliyorsunuz. Benim gibi günbatımlarına meraklı bir Nünü bu güzel detaydan mahrum kalamazdı doğrusu :)


Şeytan Sofrası, yüksek kayalık tepelerin üzerinde bulunuyor.  Ayvalık Adaları ve Midilli Adası’nın manzarasına oldukça hakim. Enfes panaromik manzarasını döne döne seyrettim :) Aslında burası, eski bir lav birikintisiymiş. Tepenin yuvarlak bir sofrayı andırdığına değinip isminin nereden geldiğinden bahsedelim.
1500’lü yıllarda Osmanlı egemenliğindeki Ayvalık yöresinde Rumlar yaşamaktaymış. Kilise tarafından kovulan Pelenelope adında bir Rum buraya yerleşmiş. Yalnız başına yıllarca bu tepede yaşamış. Bir sene yaşanan ağır bir kuraklık sonucu, halk bunun Kiliseye karşı gelen Pelenelope yüzünden olduğunu düşünmüş onu öldürmek için toplanarak tepeye gelmiş. Pelenelope halka çok zengin bir sofra -Halil İbrahim Sofrası kıvamında- hazırlamış. Kuraklık yüzünden aç olan halk, sofrayı görünce Pelenelope’yi unutup yiyeceklere yumulmuş (Ben de o devirde yaşasam ben de yemeklere çullanırdım:) Pardon tuzu uzatabilir misiniz :))). Haliyle Pelenelope kaçarak kurtulmuş. Masal da burda bitmemiiş :) 
Bir de şeytanın ayak izi geyiğine değinelim :) Şeytan Sofras'ında bulunan ayak izi şeklinde bir çukur vardır. Bunun şeytanın ayak izi olduğuna inanılır. Buranın mitolojide hikayesi şöyle geçmektedir: Zeus’un süt annesi İda , Zeus’a zarar vereceği gerekçesiyle Şeytanı kovar. Üç ayaklı olduğuna inanılan şeytanın bir ayağı İda dağı eteklerinde, bir ayağı Midilli adasında, bir ayağı da Şeytan Sofrası'ndadır. MIŞŞ. 
Bazen mitolojik hikayeler olmasa turistler neyle oyalanacak diye düşünüyorum. Mitolojik hikaye ile bozuk para atılması batıl inancı arasındaki korelasyonu hesaplasın matematikçi arkadaşlar, gayet de ilişkili çıkacağına inanıyorum :) Efendim malumunuz biz böyle hikayelere ve hikayelere bal gibi inandıktan sonra muhtelif dileklerimiz kabul olsun diye bozuk para atmalara pek meraklıyız. Birgün gidip Yerebatan Sarnıcı'ndaki paraları da toplayasım var da Medusa'nın lanetinden korkuyorum :) :)) :)))

Şeytan Sofrası'na giderken çok hoş görüntülerle karşılaştım ama hiç de hoş olmayan hal harekat içerisine gömüldüm :) Bu fotoğrafın adı "Takalara tıklayan tıkırdak Ninü" :)


Ayvalık'ın neresine giderseniz gidin bir tepe bulabilir ve harika fotoğraflar çekebilirsiniz. Yukarıdaki fotoğrafı Cennet Tepesi'nden çektim. Tertemiz deniz ve küçük sevimli adalara karşı birşeyler içebilir, efkar dağıtabilirsiniz :) Mümkünse çok efkarlıların hizasına oturmayın yoksa yüksek doz arabesk müzik ve fıstık kabuğu travması yaşayabilirsiniz :)


Yukarıdaki fotoğrafta sol tarafta kalan Lale Adası kara bağlantısı ile Cunda'ya bağlanıyor. Ayvalık ile Cunda arasında Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü yer alıyor.
Evet evet yanlış duymadınız!
Boğaziçi değil!
Fatih Sultan Mehmet değil!
Yavuz Sultan Selim değil!
Deli İbrahim köprüsü hiç değil!!! Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü Balıkesir'de!


Ayvalık'ın ve Cunda'nın doğal dokusuna bayıldım! Yemyeşil bitkiler, çiçekler, ağaçlar.. Çekirgeler ve sümüklü böcekler.. Yer gök sümüklü böcek! Tiksinmeyin onlardan, pek sevimli, pek şirinler :) Genellikle kaktüslerin üzerinde takılıyorlar :)


Doğayı, yeşili, hayvanları seviyorsanız Ayvalık'taki Mutluköy'ü tavsiye ederim. Adı üstünde, bildiğin bir köy burası, mutlu olanlar ise gelen misafirleri bence. Mutluköy Nostaljik Kahvaltı Sofrası'nda minik sıpalar eşliğinde, temiz havanın açacağı iştahınızla güzel bir kahvaltı yapabilirsiniz. Bu klasik espriyi yapıp yolumuza devam edelim: "Fıstık benim olacak, binecem üstüne, vuracam kırbacı" :)))


Geniş bir alana yayılmış mekan ve bahçesinde ufak da bir hayvanat bahçesi var. Ben hayvanat bahçelerini sevmem ama çocuğu olan ailelerin ilgisini çekebilir. Her yerde zaten hayvanlar var :) Eşekler, sıpalar, atlar, tavuklar, horozlar..


Bahçeyi güzel süslemişler, bir de salıncak var ki.. Benim gibi salıncakseverlere müjdem olsun :)
Salıncak çocukluğa yolculuktur!
Salıncak özgürlüktür!
Salıncak mutluluktur!
Sallanıp duralım :)


Cunda'nın her yerine ayak basalım dedik madem buyrun şimdi de kayıkların, teknelerin, takaların dinlenme tesislerine gidelim :) Yel değirmenlerinin bulunduğu mevkiden gördüğümüz deniz fenerini ziyarete gidiyoruz. Yolda parçalanmış tekneler arasından süzülen gelincikler manidar. Tezatınla güzelsin dünya.. Ve hüzünlü..


Sonrası malum zaten, deniz fenerinin etrafında bir tur atılır, bol bol fotoğraf çekilir, çekinilir.. Çekinmeden çekiniz :) Çekemeyenler utansın :)


Artvin yöresi halk oyunları oynanırken bir kısmında düşman geliyor mu diye bakılır ya, onun bir benzeriyle gözlüyorum Cunda'yı! Düşman falan yok tabii :) Cunda'ya buradan bakmak da harika.. "Gah çıkarım gökyüzünü seyrederim alemi, gah inerim yeryüzüne seyreder alem beni" kıvamındayım.


Gri tepeli sarı gövdeli Taksiyarhis Kilisesi karşınızda! Restorasyon evvelindeki halini daha orijinal bulduğum doğrudur. Sanki sıradan bir yapıya bürünmüş adanın en önemli kilisesi.. Tadilat ve restorasyon çalışmaları nedeniyle kilisenin içerisine de giremedik. Araştırmalarıma göre kilisenin tavanı ve duvarları dini konuları işleyen ikonalarla doluymuş ve içeride balık derileri üzerine yapılmış azize portreleri varmış. Siz gittiğinizde kilise açılmışsa bir kaç kare fotoğraf da benim için çekersiniz artık :)


Fotoğraf çekmeyi sevenler için güzel pozlar yakalayabileceği bir yer daha.. Yalnızlık ve gitmek temalı fotoğraflarınız için birebir :)


Biraz efekt de verirseniz fotoğraflarınıza, tadından yenmez :) 


Efendim işte öndeki nesneyi netlemeler, arkayı flulaştırmalar falan.. Fotoğrafçı üstadlar beni paralamadan diğer fotoğraflara geçelim :)


Kayıkta en önde duran adamın üstüne bir dikme indirin. Tam o hizadaki tarihi yapıyı farkettiniz mi? 
Ben hem farkettim, hem çok sevdim, hem hayran oldum hem de çok üzüldüm.. 
Neden mi?
Buyrunuz..


Kalbimin bir parçası Cunda'da kaldı..
Sebebi Despot Evi..
Ne kadar güzel mimari bir yapı..
Ne yaşanmışlıklar ne hikayeler..
Ama..
Nasıl bir sorumsuzluk, bilinçsizlik, umursamazlık ve barbarlıktır bu!
Bu bina harap ve bitap haldeydi gittiğimizde..
Tavanları çökmüş, bir kısmı yanmış, duvarlarına isimler yazılmış, içine çöpler atılmış..
Yazıktır diyorum!
Yapmayın!
Etmeyin!
Ne olur biraz değer verin, sahip çıkın yapılarımıza.. 
Hoş kendi insanına sahip çıkmayan taştan, tahtadan evine barkına mı sahip çıkacak!!!
Neyse beni kötü kötü konuşturmayın, konuşturmasınlar yani.. Biliyorum ki siz dostlarım böyle şeyler yapmazsınız.. Yapmazsınız di mi?


Buralar hep güllük gülistanlıktı.. 
Buralar hep mutluluktu!
Ama belki de değildi.. 
Bir dönem burası çocuk yurduydu. En fazla ne kadar mutlu olunabiliyor ki o yurtlarda..
Bilmiyorum ama..
Zor..
Despot Evi'ni daha yakından tanımak isteyenler için (http://www.cundadan.com/despotevi.html) adresinden alıntı yaptım ..
Sahildeki binayı inşa ettiren despot, Yunanistan’ın devlet olduğu gün Rum halkının sevinçten verdiği bağışlardan çok para kazandı. Ve o paraları doğum yeri olan Yunda’ya (Alibey Adası) getirdi. Getirmiş olduğu paraların bir kısmıyla sahildeki binayı inşa ettirdi. Despot Evi sarımsak taşından 1862 yılında inşa edilmiştir. Despot, gelirken yanında getirmiş olduğu paralarla rahat bir yaşam sürdü. 1877 yılının ocak ayında baskın yapan hırsızlar Despot’u öldürdüler. Bir rivayete göre evde buldukları altın gümüş kupalarla 15.000 Osmanlı lirasını da alarak kaçtılar. Despot bütün sıkıştırmalara rağmen adaya gelirken yanında getirmiş olduğu altınların yerini söylemedi. Ölümünün ertesi günü büyük bir cenaze merasimiyle Taksiyarhis kilisesinin apsisi dışında gömüldü. Despot’un ölümünden sonra Osmanlı Devleti Sine Kilisesinden Despot Evi ni satın alarak Hükümet Binası olarak kullanmaya başladı. 1915 Rum baskınından sonra adaya gönderilen teftiş heyeti, Cunda  ve Ayvalık halkının baskına destek verdiklerini, Osmanlı Devletine karşı isyan halinde olduklarını rapor edince Cunda ve Ayvalık’taki Rumlar Susurluk içlerine gönderilir. Osmanlı Devleti, dâhili ve harici problemlerle uğraşırken sürgüne gönderilenler yavaş yavaş eski yerlerine dönmeye başlarlar.1919 yılında Yunan ordusunun İzmir’e çıkarma yapması ile sürgündeki bütün Rumlar kimseden müsaade almadan eski yerlerine dönerler. Yunanistan’ın Anadolu’ya hâkim olacağını düşünen bölge Rumları, Osmanlı Devletinin malı olan Despot Evi 1921 Eylülünde öksüz yurdu olarak kullanmaya başladılar. Kurtuluş savaşının kazanılması ile Rumlar bölgeden ayrılınca, mübadeleyle gelen Türkler aynı binayı hem ilkokul hem de öksüz yurdu olarak kullanmaya başladılar. 1980 yılında Öksüz yurdu yeni binasına taşınınca Despot Evi kullanılmamaya başlandı. Kapılar kapatılmış olmasına rağmen yangın merdiveninin kaldırılmamış olması çocukların ve hırsızların içeriye girerek tahrip etmelerine yol açmıştır.



Ben dışarıdan bakan biri olarak ne kadar güzel bir binaymış diyorum ama vaktinde o binanın içinde yıllarını geçirmiş kimsesiz çocuklar nasıl görüyordu acaba Despot Evi'ni.. Ama tatlı, ama acı pek çok anıyla, deniz manzaralı o pencerelerden yaşlı gözlerle bakanlar da olmuştur, sütünların arkasına saklanıp saklambaç oynayanlar da.. Olur da bu binada eğitim görmüş veya yaşamış kişiler bu yazıyı okursa lütfen bana yazsınlar, duygu ve düşüncelerini çok merak ediyorum.
Çünkü ben binaların da canlı olduğunu düşünüyorum..
Çünkü ben tarihi binaları çok seviyorum..

Çünkü ben bir zaman makinası istiyorum da bulamıyorum ya, bu evler sayesinde tarihte yolculuk yapabiliyorum.


Bu ev de Ayvalık'tan.. Cunda ve Ayvalık böyle güzel evlerle bezeli. Daha da mı güzelleşiyorlar ben yanında gezdim gezeli, bilemedim..

Çok konuştum, çok gezdim, haliyle karnım acıktı yine.. Cunda harika bir lezzet durağı. Ege mutfağı candır!
Zeytinyağı leziz mi leziz, mezeleri cinayet sebebidir, "sen mi sıyıracan ben mi" diye :) Deniz ürünleri nefistir. Biz tercihimizi Cunda Meze Dünyası Girit Mutfağı'ından yana kullandık. Pek de memnun kaldık. İlk işimiz zeytinyağlı enginarı denemek oldu. Gerçekten çok güzeldi. Girit ezmesi harikaydı, Akkız dedikleri sıcak sunulan mezesi de hoş bir lezzetti.


Beni en çok etkileyen Karides mantısı oldu. Minik minik karideslerin etrafına sarılan yufka tavadaki kızgın yağla buluşunca çıtır çıtır olmuş. Yeme de seyret :)


Bir diğer aşık olduğum ara sıcak ise Sebzeli kalamar.. Çubuk çubuk kalamarlara jülyen usulü kesilmiş kabak ve havuç eşlik ediyor, tabii sonra bunların tamamı benim mideme eşlik etti :) O nasıl bir lezzettir öyle! Gel de yeme ! :))


Zaten ben Cunda'da bir kaç günde bir kaç kilo aldım :) Zeytinyağına ekmek batırmaktan, çekirdek gibi zeytin yemekten kendimi alıkoyamadım. Zeytinyağı demişken.. Size harika bir zeytinyağı önereceğim..
Adadaki müdavimi en bol zeytinyağı ve zeytin dükkanı. Çeşit çeşit zeytinyağı şişesini biriktirmiş yıllarca işletmenin sahibi. Çok hoş bir görüntü oluşmuş. Zeytinleri de çok lezzetli. Yanıma bir litre zeytinyağı ve bir miktar zeytin alıyorum, bu kadarıyla yetiniyorum kargoyla evlerinize yollarız diyen işletmeciye güvenerek :) Has Ada yazısını tıklayarak ulaşabilirsiniz sitelerine..


Alibey Adası, Yunda, Cunda.. Hangisini severseniz..
Cunda masal gibi bir yer.
Tarihi, doğayı, ağzının tadını sevenler için biçilmiş kaftan..


Ayrılmak öyle zor ki Cunda'dan..
Aklım, kalbim Cunda'da kaldı.. 


Son gün bende bir agresiflik bir her şeye parlamalar, çemkirmeler.. İşte bunlar hep Cunda'dan ayrılmanın acıları..
Yine giderim, hep giderim ben Cunda'ya..
Siz de gidin, görün, yaşayın, tadın, fotoğraflayın..
Dönünce o fotoğraflara bakıp yad edeceksiniz anılarınızı..


Onda, bunda, şunda..
Benim gönlüm Cunda'da..
Kaldı..
Da..
Bu maceralar bitmez, gün gelir yine gideriz..


Kalın sağlıcakla, afiyetle..
Eyvallah..
Nilgün Sultan KARAKAŞ




8 yorum:

  1. Ne kadar çok güzellik yakalamışsınız....Harika kareler....:)

    YanıtlaSil
  2. Beğenmenize çok sevindim :) Güzel günler dilerim :)

    YanıtlaSil
  3. Efendim öncelikle anlatımınızı çok çok beğendim, bulunduğum ortamdan alıp Cunda'ya götürüveriyor. Ve tabi güzel yakalanmış fotoğraflar. Eline emeğine sağlık. Bu güzelliklerin devamını bekliyor ve akaabinde tebrik ediyorum. :)

    YanıtlaSil
  4. Çok teşekkür ederim kii :) Malum hayat yiyimce, gezince, gülünce güzel, e bir de fotoğraf çekince :)

    YanıtlaSil
  5. Cunda ya gitmeme lüzum kalmadı ki Ninü diye bir kız var Allah başımızdan ve gönlümüzden eksik etmesin .Daha güzel nasıl anlatılır bilmem.Haa bir de seni çok kıskanan yazar geçinen blogcu geçinen (bunlar dan biri de benim ) blogger ler vardır eminim.Şaka bir yana Cunda ve Sen çok yakışmışsınız birbirinize........

    YanıtlaSil
  6. Ne kadar güzel bir yorum bu böyle, sizin gibi dostlarımın olması mutluluk verici. Yazımın amacına ulaşması da çok hoş. Mutlu günler diliyorum :)

    YanıtlaSil
  7. Çok hoş bir gezi yazısı olmuş
    Fotoğraflar da cabası.
    Eline, emeğine, Yazım diline sağlık...

    YanıtlaSil
  8. Çok teşekkür ederim canım. Sizler okuyup beğendikçe nasıl mutlu oluyorum anlatamam :) Sevgi ile..

    YanıtlaSil